Ceyhun Bozkurt: PKK elebaşları, köle olmayı reddeden kadın teröristleri asit kuyularına atıyordu

‘Bu Delileri Bir Araya Getirmeyecektiniz’ ve ‘Darbenin Kayıp Saatleri’ adlı araştırma kitaplarıyla dikkat çeken gazeteci yazar Ceyhun Bozkurt, 2015’te yaşadığımız hendek ve barikat kalkışmasını, terör örgütü PKK’nın içerisinden anlatan bir roman kaleme aldı. Henüz yayımlanan romanında Bozkurt, belgeler ışığında bir kadın teröristin yaşadıkları etrafında örgütün kendi iç işleyişine de yansıyan acımasızlığını anlatıyor.

1

MEHMET HAKAN KEKEÇ

PKK terörü ve PKK – ABD ilişkisi hakkında daha önce araştırma kitaplarınız yayımlanmıştı. Günlük ise bir roman. Neler var Günlük romanında?

Söylediğiniz gibi, daha önce PKK terörü ve ABD – PKK ilişkisi noktasında araştırma kitapları yayımlamıştım ama bu ilk romanım. Romanda 2015 yazı içerisinde yaşadığımız hendek ve barikat kalkışmasının arka planını vermek istedim. Biz o dönemi, gelişmeler çok hızlı yaşandığı için, derinlemesine inceleyemedik. Hendek ve barikat kalkışması neydi, neden terör örgütü çözüm sürecini bir kenara bırakıp saldırıya geçti, gibi sorular aslında biraz havada kaldı. Mete Yarar ile beraber “Bu Delileri Bir Araya Getirmeyecektiniz” diye bir kitap yazmıştık bu bahsettiğimiz dönemi incelemeye çalışan, orada belgeler arasında kalmış insani boyutu da göstermek istedim. Ama bu sefer tersten göstermek istedim.

Kimler var Günlük romanında? Okuyucuyu neler bekliyor?

Romanda esas karakterlerimiz, mücadelede bulunan bir JÖH timi ve o timin komutanı. Bir operasyonla başlıyor roman ve operasyonda bir günlük bulunuyor. Dediğim gibi tersten gösterdiğim nokta da burada, PKK’lı bir kadın teröristin günlüğü bu. Komutanımız bunu okumaya başlıyor. Günlükte şu var: Bir PKK’lı kadın, örgüte katılışını, heyecanını anlatmaya başlıyor, örgüte şunlardan bunlardan dolayı katıldım diyor. Ve sonrasında, gün gün, adım adım, şunu görebiliyoruz ki, örgütün iç yüzü bambaşka. Günlükte, kadının gözünden örgütün gerçek yüzünü, örgüt içerisindeki kadına yönelik şiddeti, teröristlere verilen sözler ve ideolojik gerekçelerin gerçeği yansıtmadığını ve örgütün aslında emperyalizm kuklası olduğunu görüyoruz. Tabii sonrasında kadın teröristin örgütten uzaklaşma çabalarını da görüyoruz. Ama sonunu aktarmayayım. Aynı zamanda içerideki hain FETÖ unsurlarının gerçek yüzünü gösteren bazı yerler de var.

İlk soruda da söylediğim gibi, birçok araştırma kitabınız var terör sorunu hakkında. Bu sefer neden roman?

Şu nedenle roman: Hendek ve barikat kalkışmasının başka bir boyutu daha vardı. Bu boyut neydi? Biz sadece PKK terör örgütü ile mücadele etmiyorduk aslında. Tabiri caizse yedi düvelle, ülkemizi paramparça etmeye çalışanlarla mücadele ediyorduk. Ve bunların vekalet verdiği örgütle mücadele ediyorduk. Bu yapı kimdi? Cumhurbaşkanımız açıkladı, üst akıl dedi. Emperyalist güçler. Artı içimize sızan hain FETÖ yapılanması. PKK ve FETÖ hangi yıkımlara neden oldu ve hangi ihanetleri gerçekleştirdi? Bunları bir bütün olarak anlatmak istedim. Bunu ancak bir roman içerisinde aktarabileceğimi düşündüm. 

Biz haberciler, JÖH timlerimiz PÖH timlerimiz diyerek gelişmeleri aktarırız ama o dönemlerde çok canlı ve insani olaylar vardı. Bir cümleyle geçirdiğimiz insanların, aslında bir yaşamları ve aileleri olduğunu kitapta da bir nebze anlatmaya çalıştım. Gençlerin aşık olması, nişanlı olması, şehitlerin geride kalan aileleri, bunları hiçbirimiz hatırlamıyoruz. Polis ve askerlerin aileleri, eşlerinin ya da çocuklarının hayatta olup olmadığını Whatsapp’da çevrimiçi olup olmadığına bakarak anlayabiliyorlardı. Bunlara bir roman kurgusu içerisinde değinmek istedim. 

Terör örgütünün iç yüzünü neden bir kadın teröristin üzerinden anlatmayı tercih ettiniz?

Kısa bir zaman önce İçişleri Bakanlığımız açıkladı: Örgüt içinde kadınlara yönelik taciz, tecavüz ve şiddet boyutuna varan baskılar var diye. Özellikle elebaşları gerçekleştiriyor bu şiddet olaylarını. İçişleri Bakanlığımızın açıklamasından önce de zaten teslim olan teröristlerin ifadelerinden ya da örgütten kopanların gazetecilere yaptıkları açıklamalardan az çok hakimdik olanlara. İtiraflardan bahsediyorum. Kimi Türkiye’ye gelip emniyet güçlerimize teslim oluyor. İtirafçıların kimisi Türkiye’ye de gelemiyor, Irak’ta kalıyor Suriye’de kalıyor, buralarda yaşamlarını örgütten kaçarak devam ettirmeye çalışıyorlar. Hepsinin açıklamalarından çok sayıda kadın teröristin ciddi baskılara maruz kaldığını görüyoruz. 

Örgütün sık kullandığı “kadınları özgürleştiriyoruz” söylemi aslında bir vitrin, tamamen yalan bir propaganda. Tam tersine kadın örgüt içerisinde tam bir köle haline geliyor. Bu açıdan bakıldığında PKK tam bir kadın düşmanı. Sadece bugüne özgü ya da hendek barikat kalkışmasına özgü bir durumdan bahsetmiyorum. Bakıldığında 1980’lerden bu yana gerek Beka kampı dönemi, gerek sonra Kandil’de yaşananlara bakıldığında, örgütün içinde kadınlar elebaşıları açısından cinsel bir obje olarak görülüyor. Tabiri caizse seks kölesi haline geliyorlar. Eğer bunu reddediyorsa infaza kadar gidebiliyor süreç. Eğer güçlü bir kadın seks kölesi olmayı reddeden, önce örgüt içerisinde itibarsızlaştırılıyor, ajan ilan ediliyor. Cezalar veriliyor. Zayıflatıldıktan sonra da yapılabilirse infaz ediliyor. Eğer kadın teslim olursa tekrar eski bulunduğu yere geçebiliyor. Ama diyelim ki zayıf sade bir terörist, karşı çıktığı anda direkt infaz. 

Araştırma süresi yoğun geçti muhakkak. Bize kadın teröristlere yönelik örgüt içi şiddet hakkında verebileceğiniz örnek var mı?

Elbette… Çok sayıda mektup okudum, günlük de okudum. İfadeler okudum. Başkalarının başına gelenleri aktaran başka kadın teröristlerin açıklamaları vardı, onları okudum. Çok çarpıcı iki tane örnek verebilirim: Başka bir kadından bahseden belgelerin bir tanesinde diyordu ki, “onu Beka kampı etrafında bulunan asit kuyularına attılar”. Düşünün, yıllardır Türkiye’ye yönelik psikolojik harp olarak kullanılan asit kuyusu ifadesi aslında örgütün kullandığı bir yok etme yöntemi haline gelmiş. Beka kampı dediğimiz yer etrafında asit kuyularının olduğu öğreniyoruz. Bir çarpıcı başka örnek: Yine bir kadın teröriste bizzat Abdullah Öcalan’ın “Leyla’nın şu anda sadece dişleri kalmıştır” dediğini öğreniyoruz. Nasıl bir psikolojiyle söylüyor? Sen bana teslim olmazsan senin de en fazla dişlerin kalır. Yani infazdan bahsediyor, örtülü bir infaz tehdidi.

PKK içerisinde kadına yönelik baskı ve şiddet, salt cinsel istismar boyutunda mı?

Hayır, direkt ifadeyle söylüyorum, gönül işleri… Kadın ve erkeğin olduğu yerde gönül dünyası da olabilir. Ama örgüt içerisinde elebaşları hariç aşk yasaktır. Sade teröristler aşık olurlarsa ve ilişki ortaya çıkarsa ikisinin de cezası infaz oluyor. Bu şekilde insani hiçbir duyguyu kabul etmeyen örgütten bahsediyoruz. Bu nedenle kadının bir şekilde maneviyatını da reddeden bir örgütlenmeden bahsediyoruz. Bu nedenle PKK’yı bir kadın dostu örgütlenme ya da kadın hareketi olarak yansıtmak mümkün görünmüyor. Hani sol jargonla ifadesi, erkek egemen feodal bir örgütlenme ile karşı karşıyayız. Artı, bir elebaşının tecavüzüne uğrayıp hamile kalanın cezası infazdır. Elebaşına tabii bir şey olmaz. Eğer elebaşlarına yakınsa da ceza verilmez. 

Terör örgütü ‘kadın hareketi’ adında meşruiyet devşirdiği bir alan buldu, ama iç yüzü bambaşka o zaman? Kadın söylemleri üzerinden bir insan kaynağına erişme hedefi de var tabii…

Türkiye’de devlete karşı, hükümetlere karşı, hangi hükümet olursa olsun, hep belli bir politik amaçla kadına şiddet eylemleri kullanıldı. Samimi grupları kast etmeyerek söylüyorum, PKK’ya yakın örgütlenmeler de var bu kadına şiddet konusunu kullanan örgütlenmeler içerisinde. Bu gruplar, kadına şiddetin bir devlet politikası olduğu iddiasında propaganda yürütüyorlar. Ama hiçbir zaman PKK içerisindeki bu yaşananları gündeme getirmiyorlar.

İnsan kaynağı meselesine gelirsek… Türkiye terörle mücadele konusunda dünyanın en tecrübeli ülkelerinden bir tanesi. Bu çerçevede yıllardır vurgulanan bir şey var uzmanlar tarafından. Terörü bitirmek istiyorsak, terör örgütlerini minimize etmek istiyorsak, gücünü kırmak istiyorsak, ilk atılması gereken adım dağa çıkmanın önüne geçmektir. Dağa çıkışları engelleyebilirsek, gerek güvenlik gerek sosyal politikalar üzerinden dağa çıkışların önüne geçebilirsek, örgütün bir anlamda en önemli şeyi nedir, insan kaynağıdır, insan kaynağının önüne geçmiş oluruz. Bu çerçevede belki kandırılıp belki kendi isteğiyle örgüte katılmak isteyen kadınlar hangi sorunlarla karşılaşıyor onu aktarmak istedim. Yani, örgüte katılmanın aslında bir kurtuluş değil aksine yok oluş anlamına geldiğini göstermek istedim. 

Romanda örgütün kadına şiddeti ve FETÖ’nün ihaneti dışında bulabileceğimiz hangi gerçekler var mı? Hangi konulara eğildiniz başka?

O dönem malum hendek… Bakıyoruz ABD sürekli PYD’yi PKK olarak görmüyoruz ya da SDG ile YPG bir değildir diyor. Peki o dönem teröristler nereden geldi? Nerede eğitim alıp Türkiye içerisinde meskun mahal mücadelesine giriştiler. Bu teknikleri nerede öğrendiler ve kimler tarafından eğitildiler. Hangi silahlarla donatıldılar. Yani o dönem yakalanan silahları içinde çok sayıda yeni silah vardı. Eskiden anlatırlardı, örgüt kendi yaralı adamlarını bırakıp silahlarını alıp kaçardı. Çünkü silahları az bulurlardı. Ama hendek barikat döneminde çok sayıda silah ele geçirildi, bırakıp kaçmaktan da korkmuyorlardı, çünkü zaten yenisi geliyordu. Birileri sürekli onları mühimmat, silah, patlayıcı anlamında tahkim ediyordu. Kimdi bu güç? Bunları iyi deşmek gerektiğini düşünüyorum. Artı o dönemde aktif olarak Türkiye içine sızan yabancı teröristler vardı. Bir roman kurgusu içerisinde bu konulara da temas ediyorum. 

Romanı yazma sürecinde hendek ve barikat terörünün iç yüzünde neler gördünüz? Neler tespit ettiniz? 

Şunu görmek gerekiyor diye düşünüyorum: Terör örgütü çözüm sürecini rafa bırakmış, sözde uyguladıkları ateşkesi bitirmiş ve saldırılarına başlamıştı. Türkiye de 24 Temmuz 2015 itibarıyla devletiyle milletiyle buna karşı topyekun mücadeleye girişti. Peki bu kalkışmanın amacı neydi? Ona bakmak lazım. Birincisi, etrafımızda bir yıkım düzeni oluşturup; bizi hedef alacak bir süreç başlatmaları için önce bizi oyalamaları gerekirdi. Peki nasıl? İçeride bir kalkışma lazım. İçerideki unsurlarınız kim. Bakıyoruz o dönem PKK ve FETÖ. FÖTE içeriden yapıyordu bu yıkımı PKK ise doğrudan karşıdan. Çok net işbirliği içindeydiler. Üst akıl ikisini de yönetiyordu. Hendek barikat kalkışmasının bir boyutu böyleydi. İkincisi aynı Suriye’de olduğu gibi sözde kurtarılmış bölgeler oluşturmak istediler. Bunu başaramadılar.  Türkiye devlet geleneğiyle devlet gücüyle yıktı geçti. 

Mesela hep soruluyor, Fırat’ın doğusuna operasyon başlayacak mı? Benim kişisel kanaatim aslında Türkiye Fırat’ın doğusuna operasyonu 24 Temmuz 2015’te başladı. Adım adım ilerliyor. Önce içeriyi temizledi. Hatırlayın meskun mahal operasyonlarının haricinde kırsalda ve Iraktaki terör kampları adım adım yok edildi. Biz 15 Temmuz işgal girişimini püskürttükten sonra da Fırat Kalkanı harekâtını yaptık. Bu da Fırat’ın doğusuna yönelik bir operasyondu aslında. Ardından Zeytin Dalı. Diğer taraftan Irak’ın kuzeyine girdik, adım adım Kandil’e uzanan hattı üs bölgeleri oluşturup terörden arındırdık.. Bir taraftan Sincar’da nokta operasyonlar yaptık. Elebaşlarını yok ettik. Türkiye Fırat’ın doğusundaki terör tarafından işgal edilmiş bölgeyi bir anlamda kuşattı aslında. Hendek barikat kalkışmasını püskürtmek bu açından da önemliydi. FETÖ ve PKK/PYD’ye karşı mücadelede Türkiye ilk adımı o hendek barikat kalkışmasını ezerek attı. 

Cevabınızda net bir güce vurgu yapıyorsunuz: Günlük’ün içeriğinde de, kitap kapağındaki sözde de bunu hatırlatan ve özgüven yükseltmeye çalışan bir ton var.

Evet… Maalesef Türkiye’de şöyle bir güruh var. Azınlık da olsalar belli noktada sesleri çok fazla çıkıyor. Türk milletini küçümseme, Türk insanına hakaret, özellikle sosyal medyada çok karşımıza çıkıyor. İnsanların güvenini ve millet bilincini kırmak için bilinç yapıldığını düşünüyorum. Kapaktaki ifade, “Biz kendimize güvenmezken düşman kudretimizi bizden daha iyi biliyor” şeklinde. Bunun nedenini şöyle anlatayım: Bugün bakıldığında Türk tarihine, ta Metelerden, Attilalardan, Alparslanlardan, Fatihlerden, Mustafa Kemallerden gelen bir miras var. Düşman bunu çok iyi biliyor. PKK, FETÖ neden çıkıyor? Bizim karşımıza direkt çıkamayacaklarını çok iyi biliyorlar. Bizi içeriden zayıflatmaya çalışıyorlar. 

Bizi çok iyi tanıdıklarının en çarpıcı örneğini şöyle vereyim: 2002 yılında ABD bir tatbikat yaptı. 1000 yılın meydan okuması tatbikatı. Tatbikattaki senaryoda tarif edilen ve işgali planlanan ülke bire bir Türkiyeydi. Yani ABD Türkiye işgalinin tatbikatını yaptı bir anlamda. Tatbikatın sonucunda Amerikan kuvvetleri tarif edilen ülkenin kuvvetlerine yenildi. Yani bizim gücümüzü bizden çok daha iyi biliyorlar. Bu yüzden PKK’ları FETÖ’leri DEAŞ’ları bizi zayıflatmak için sahaya sürüyorlar. Çünkü Türkiye’yi zayıflatmadan yenemeyeceklerini çok iyi biliyorlar. 15 Temmuz gibi bir travmayı yaşamamıza rağmen 1 ay sonra Fırat Kalkanı gibi çok önemli bir harekâtı yapabildik. Evet diplomasiyi istihbari gücü de kullandık, bölge ülkeleriyle ikili ilişkileri de kullandık, ki aksi zaten hiçbir güç için düşünülemez. Ama milli imkanlarla yaptık biz bu operasyonları. Çok başarılı harekatlar gerçekleştirdik. Planlanan ABD İsrail koridoruna ilk kamayı orada soktuk. 15 Temmuz’dan çıkmış bir orduyla yaptık bunu bakın. Bizim gücümüzü göstermesi açısından çok çarpıcıdır bu. Türkiye başka ülkelerin başına geldiğinde yıllarca atlatamayacağı saldırıları çok kısa sürede atlatıp karşı hamlesini yapabilecek güçte bir devlet.