‘Sosyal mesafe' tanımına bir tepki: Feyezan

Murat Germen'in yeni kişisel sergisi Feyezan, sosyal mesafe tanımına tepki olarak karşımıza çıkıyor. Ferda Art'ta açılan sergi, sosyal mesafe tanımı yerine fiziksel mesafe tanımını tercih ederken, sanatçının ‘beraberlik manzaralarını' izleyiciyle buluşturuyor.

ALİ DEMİRTAŞ / ali.demirtas@aksam.com.tr

Fotoğraf sanatçısı ve mimar Murat Germen’in Ferda Art’ta açılan yeni kişisel sergisi önemli bir sosyal konuyu merkezine alarak izleyici karşısına çıkıyor. Sergiyle ilgili Akşam Cumartesi ekine konuşan Germen, Feyezan adını verdiği sergisinin çıkış noktasını “Küresel salgının hayatımıza aniden girmesi, salgından korunmanın gerektirdiği tecrit ve mesafe kurallarının küresel ölçekte uygulanmaya başlaması” olarak açıklıyor ve ekliyor: “Salgın başlamasaydı bambaşka bir içerik ile karşınıza çıkacaktım bu sergide. Dünyaya hâkim ve halkları ayrıştırmayı amaç edinen siyasi erkin ‘sosyal mesafe’ olarak direttiği kavramın aslen ‘fiziksel mesafe’ olarak tanımlanması gerektiğini düşündüğüm için tepki geliştirdim ve üretimimi bunun üzerine kurguladım. Ayrışmaya karşı birleşmeyi önermek ve savunmak istedim. Mekâna hâkim ve merkezî şekilde konumlanmış yerleştirmede; 1107 adet farklı coğrafya, kültür, din, dil, tercih, cins, yaştan insanın yek vücut olabilmesini arzuladım; ortaya çıkan mesafesiz bütünü de ‘Beraberlik manzaraları’ olarak isimlendirdim.”

İYİ Kİ DOĞDUM HİSSİNİ YAŞATIYOR

Üretim aşamasındaki deneyimlerinizden bahseder misiniz?

Üretime başlamamdan serginin gerçekleşmesine kadar geçen süreçten aklımda kalan; işleri, özellikle de küratör Necmi Sönmez’in “düşünce heykelleri” adını verdiği maket-heykelleri üretirken, el becerimi kullanarak bilgisayarın sanallığından ve bitmek bilmeyen bildirimler/uyarıcılardan uzak kalmamın salgın sırasındaki zorunlu tecridin manevi baskısını nasıl bertaraf ettiğiydi. Diğer yandan; belli bir son ürün hesabı, tasarımı, hayali, kurgusu olmadan üretimlere “sıfır” planlama ile başlamak ve kullandığım malzemeler / ortamlar bana ne öneriyorsa, canım hangi yönü çekiyorsa, elim ne becerebiliyorsa bu doğrultularda gitmek bana “in situ” (yerinde yapım) karar verme mekanizma ve süreçlerinin özgürlüğünü yaşattı. “Kim ne der?” diye tasalanmadan üretmenin satın alınamaz huzuru insana “iyi ki doğdum!” hissini köküne kadar yaşatıyor.

Tecrit süresince moralimi yerinde tutabilmemde bu sergi için yaptığım üretimin önemli bir payı olduğunu belirtmem lâzım. Zanaatın sanatsal üretim sürecinde hâlâ önemli bir yer tutması gerektiğine, sanatçının sadece fikir üretip üretimi başkalarına bırakan bir “yönetici” kimliğine bürünmesinin dezavantaj olduğuna inanıyorum. Kendi başınıza üretemeyeceğiniz bir eserin ortaya çıkması için bir profesyonelden destek almak ile ilgili şüphesiz ki hiçbir sorun yok; hatta bu sergide gösterdiğim video işi için gerekli üçboyutlu modelleme ve animasyon konusunda ben de Cem Batmansu’dan profesyonel destek aldım. Arada alınmak durumunda kalınan destekten daha çok, benim sorunum sanatçının belli bir süre sonra hiçbir eserine şahsen katkıda bulunmamaya başlamasıyla. Bu hallerin küresel piyasadaki bilinen isimleri arasında Jeff Koons, Damien Hirst gibi isimler var ve bu tür sanatçılar iş adamlarına, eserleri ise üretim bandı ürünlerine dönüşebiliyor. Son zamanlarda ülkemizde belirgin bir ilgi gösterilen sanat eserlerinin önemli bölümünde zanaat kalitesinin üst düzeyde olduğunu görmek bana umut veriyor. Kavram bizim cümlemiz ise zanaat cümlenin doğru kurulmasında bize fayda sağlayacak gramer zemini olarak görülebilir.

Farklı biçimsel formatlarda çalışmalarınız yer alıyor bu sergide…

2-3 senedir fotoğrafın kendinden menkul iki boyutluluğunu aşmakla bir yere varılabilir mi sorusuna cevap arayan deneyler yapıyorum. Bunu ilk olarak Evin Sanat Galerisi’nde 2017 sonunda Orhan Cem Çetin ile açtığımız ikili sergide bireysel fotoğraf ölçeğinde yaptım. 15 adet eser farklı yöntemlerle iki boyuttan üç boyuta doğru yapılan fiziki hamlenin sonuçlarını içeriyordu. Bunların bazılarının sonuçlarından memnun kaldım ve bu sefer 2019 yılında Merdiven Art Space’de açtığım “Merdiven: Adım adım” adlı sergide üç boyutu mekân ölçeğine çıkardım (https://muratgermen.com/artworks/merdiven-adim-adim-stairway-step-by-step/). Bu deney ve izleyenlerden aldığım olumlu bildirimler beni iyice motive etti ve bu son sergide fotoğrafın mekâna yayılma hali, mimar Kerem Piker’in değerli katkısı olan yerleştirme tasarımı ile bambaşka bir noktaya geldi. Bireysel üçboyutlu çalışmalar ise iyice heykelleşti ve fotoğrafları üzerlerinden atarak “Düşünce heykelleri” adıyla yeni bir kimlik kazandılar. Düşünce heykellerinin odaklandığı iki ana konu küresel ölçekte egemen şebeke örgüsü ve bu örgünün bireyselleşme üzerinden direttiği sosyal mesafe. Heykeller bir yandan, bildik örgü sistemlerine uymayan devingen çatkılarla şebekenin çöküşünü temenni ve temsil ederken; diğer yandan hapsolma, tecrit, izolasyon, mesafe kavramları çerçevesinde kendine yetme ve müştereklerde buluşma dengelerini gözetmeye çabalıyor.

2-3 senedir fotoğrafın kendinden menkul iki boyutluluğunu aşmakla bir yere varılabilir mi sorusuna cevap arayan deneyler yapıyorum.

TUTKUSUZ YAŞAMAYI NEFESSİZ KALMAYA BENZETİYORUM

Fotoğraf, fotoğrafçılık ve fotoğraf çekmek mesleki ve teknik anlamlarının dışında sizin için ifade ediyor?

Öncelikle büyük bir tutku! Tutkusuz yaşamayı sıklıkla nefessiz kalmaya benzetiyorum. Bize diretilen rekabetçi yaşam biçimi bizi o kadar zalim bireylere dönüştürdü ki, yakın dostunuz sandığınız birisi bile size rakip olabiliyor. Bu merhamet, empati yoksunu ortamda tutkunuz, sizi ayakta tutan ve dik durabilmek için gerekli özgüveni sağlayan bir şeye dönüşüyor. Tutkusu olmayan insanlar “Başkaları ne der!” diye yaşıyor ve başkalarının çeşitli bahanelerle direttiği şeylere naçar boyun eğiyor. Öte yandan, fotoğraf belki de en güçlü iletişim aracı. Akıllı telefonlarımızda video ve fotoğraf seçenekleri eşit erişim imkânında yan yana butonlar olarak duruyor. Buna karşın, sosyal medyadaki bildirimlere bakarsak insanlar görsel aktarım formatı olarak çoğunlukla fotoğrafı tercih ediyorlar. Demek ki fotoğrafın; çekim sürecindeki rahatlığı, ürettikten sonraki editleme aşamasının kolaylığı, gerekirse basılıp duvarlara asılabilirliği, anı ve bellek oluşturma sürecinde öncesi ve sonrasını en etkin biçimde karşılaştırma fırsatı sunuyor olması, depolama anlamında çok daha az yer kaplıyor olması, zihinlerde hareketli görüntülere nazaran durağan görüntülerin daha çok yer edebiliyor olması gibi nedenlerden dolayı tercih edilmesi söz konusu. Bu derece toplumsal yaşamın merkezinde olan bir görsellik evreni dahilinde eser üretebiliyor olmayı önemsiyorum.

ÇALIŞMALARIMIN FARKINDALIK KAZANDIRMASI BENİ MUTLU EDİYOR

Çalışmalarınızda genelde sosyal konular üzerine eğiliyorsunuz. Bu tercihinizden bahseder misiniz?

Sanatçı toplumun geneline hâkim kabullerle yaşayan bir birey olmuyor ekseriyetle. Bu yüzden dışarıdan, marjdan, beklenmedik şekilde bakabiliyor. Sanatçı, böyle bakabilme şansı varken, özgün bir bakış açısı sunarak değişik ve nitelikli bir algı oluşturmaya çalışıyor. Şahsen en tatmin olduğum zamanlar, izleyicinin sergiyi gezdikten sonra “Hiç böyle bakmamıştım” veya “Bu konu hakkında hiç fikir sahibi değildim ve şimdi bir farkındalık geliştirdim” diyebildiği zamanlar. İçerik dışında estetik bir haz alınması da beni muhakkak sevindiriyor ama sosyal boyutta farkındalık geliştirmek için uğraştığım çeşitli meseleler üzerine yazdığım metinler hakkında yorumlar geldiğinde daha mutlu oluyorum.