ALİ DEMİRTAŞ / ali.demirtas@aksam.com.tr
17 yaşında ülkesinden ayrılan, yaşamını ve çalışmalarını ülkesinden çok uzakta, New York'ta sürdüren İranlı bir sanatçı ve yönetmen Shirin Neshat. Sanatında İslam ve Batı, kadın ve erkek, kamusal ve özel yaşam, antikite ve modernite arasındaki karşıtlıklara ve bunlar arasında köprüler kurmaya odaklanıyor. Farsça el yazısıyla müdahale ederek oluşturduğu portreleri ise ikonik. 2009'da çektiği Women Without Men adlı ilk uzun metrajlı filmiyle 66. Venedik Uluslararası Film Festivali'nde En İyi Yönetmen kategorisinde Gümüş Aslan Ödülü'ne layık görülen sanatçının fotoğraf serileri arasında ise The Book of Kings (2012), Our House Is on Fire (2013), The Home of My Eyes (2015), Dreamers (2016) ve Land of Dreams (2019) yer alıyor. Kendisiyle Dirimart'ta devam eden son dönem işlerinin ve 111 portre fotoğrafına eşlik eden video yerleştirmesi ile uzun metrajlı filmin yer aldığı "Land of Dreams" sergisinde bir araya geldik. Ama biz bu sergiden çok daha fazlasını konuştuk. Şimdi sizi içten ve samimi cevapların yer aldığı sohbetimizle baş başa bırakıyorum.
İSTİKRARSIZLIK VE KORKU HİSLERİNİ HEPİMİZ TAŞIYORUZ
Nasılsınız, gündem ve dünyanın içinde bulunduğu durumlar hakkında kafanızı ne meşgul ediyor şu sıra?
Pandemiyi ve tabii mevcut siyasi durumu, ekonomiyi de göz önüne alırsak çok özel bir zamanda yaşadığımızı düşünüyorum. Bence oldukça ilginç bir zamandan geçmemizin bir sebebi de yaşanan sorunların tüm dünyayı ilgilendiriyor oluşu, tek bir yere yoğunlaşmaması. İstikrarsızlık ve korku hislerini hepimiz taşıyoruz. Hastalanma, mülteci konumuna düşme, yerinden edilme korkularının yarattığı ruh hali hakikaten dünyaya hâkim. Benim yaptığım işin de pek çok açıdan bu korkuya, bu son derece yaygın insani tecrübeye temas ettiğini düşünüyorum.
PEK ÇOK GÖÇMENİN İÇİNDE BULUNDUĞU HAKİKAT BU
Uzun bir süredir ülkenizden uzak bir konumda hayatınızı sürdürüyor ve sanatınızı icra ediyorsunuz... Bu durum size ne hissettiriyor?
Sanatçı ve insan olarak İranlı ve Amerikalı/Batılı taraflarım arasında bir uçurum olduğunu düşünürüm. Zira eğitimimi Batı'da aldım, kendi ülkemde yaşadığım süreden daha uzun bir süredir Amerika'da yaşıyorum. Bu sebeple ikilik, çelişkiler ve kimlik çatışmasıyla dolu bir kişiliğin vücuda bulmuş haliyim aslında. Pek çok göçmenin içinde bulunduğu hakikat bu. Geçmişinizde, şimdiki zamanınızda, geleceğinizde ne varsa onlarla uğraşıyorsunuz. Ülkeme geri dönmediğimden benim için orası tamamen geçmiş manasına geliyor. Hâlâ İranlı olduğumu söyleyebilirim. Aynı zamanda son derece Batılıyım da çünkü çok uzun süredir Batı'da yaşıyorum.
BİR AMERİKALIYA VEYA AVRUPALIYA KIYASLA TÜRKLERE ÇOK DAHA YAKINIM
Şu an İstanbul'da ülkenize çok yakın bir lokasyondasınız. Aynı zamanda burada çalışmalarınızı sergiliyorsunuz. Bu durumun sizdeki karşılığı nedir?
Esasen Ortadoğu'da, Batı kültürü dışında eserlerimi ve çalışmalarımı gösterdiğim tek ülke Türkiye, Doha dışında. Defalarca gelip bir galeriyle çalıştığımı düşünürsek, Avrupalılar veya Amerikalılar dışında bir kitlemin olduğu tek yer burası gerçekten. Bir de aynı zamanda İran'a en yakın yer de burası. Türkiye'de yaşayan İranlılar dâhil buradaki kitle kültürel, dini ve siyasi açıdan farklı olduğu için onların çalışmalarıma tepkisi Avrupa veya ABD'deki kitlelerin tepkisinden çok farklı. Elbette İran ve Türkiye gerek kültürleri, gerek kullandığımız kelimeler ve din açısından son derece birbirine benzer. Bu nedenle ben bir Amerikalıya veya Avrupalıya kıyasla Türklere çok daha yakınım. Burası hem memleketime en çok yaklaşabildiğim yer hem de buradaki kitle benim için çok ehemmiyetli. Zira bu kitlenin eserleri kavrayış biçimi sürekli Avrupa'da veya Amerika'da yaşayan insanlardan çok farklı. Bu da benim için çok önemli çünkü benim memleketim bu taraflarda. Bir kez Doha'da bir müzede bir gösterimim olmuştu ancak bunun dışında hiçbir yerde göstermedim eserlerimi. Aslında düşününce hayret verici bir durum bu. Başka hiçbir yerde olmadı. Bu sebeple, Ortadoğu kültürü ve kitlesiyle tek buluşma noktam Türkiye. Eserler hakkında ne düşündükleri, eserleri nasıl tahlil ettikleri, nasıl eleştirdikleri benim için çok mühim.
ÜLKEMDE YAŞANANLARI TAKİP EDİYORUM
İran'da yaşananları takip ediyor musunuz, hâlâ radarınızda mı ülkeniz?
New York'ta yaşıyorum, eşim İranlı, ama New York'taki stüdyoda hep İranlılarla çalıştım. Ailem İran'da yaşıyor. İran'da ve ülke dışında yaşayan İranlılarla son derece yakın ilişki içindeyim. O yüzden cevabım evet. İran'a gitmesem de İran halkına çok yakınım. Radyoda, televizyonda sıklıkla fikirlerimi sordukları için de epey ilgili olmak durumundayım. Çok tuhaftır, yıllardır İran'da yaşamadığım halde insanlar beni tanıyor, siyasetle ilişkim olmasa da fikirlerimi epey önemsiyorlar. Hep takip halindeyim ama telefon, televizyon ya da makaleler vasıtasıyla dolaylı bir takip bu. O yüzden sorunuza cevabım evet. ABD'de yaşayan pek çok İranlı pek takip etmiyor ama ben ediyorum.
ZOR ZAMANLAR SANATIN ÇOĞALMASINI, KÜLTÜRÜN İLERLEMESİNİ TEŞVİK EDER
İran'da çok güçlü bir sanat üretimi var. Üstelik tüm bunlar kısıtlamalar ve birtakım siyasi sorunlar beraberinde üretilmeye devam ediyor. Sanat sanki böyle ortamlarda daha dirençli, kaliteli ve güçlü üretim için kendine daima yer bulabiliyor. Katılıyor musunuz bana?
İran'da, devrimden bu yana çok karmaşık bir kırk yıl geçirdik. İran hükümeti İsrail'den ABD'ye pek çok ülkenin büyük düşmanı haline geldi. İran çetrefilli bir ülke, kolayca içeri girip çıkmak zor. Pek çok açıdan bakıldığında anlatılacak daha çok hikâye var. İran'da yaşayan sanatçılar tek bir tür hikâye anlatıyorlar. Benim gibi dışarıda yaşayanların ise farklı bir düşünme tarzı var. Ortadoğu'da ve özellikle İran'da siyasi şartlar çok değişken olduğundan söyleyeceklerimiz de daha fazla oluyor. Zulüm, adaletsizlik, yolsuzluk gibi güçlükler meydana geldiğinde, destekten mahrum kalındığında, sanatçılar sürekli taciz edildiğinde, ifade özgürlüğü olmadığında daha fazla sanat üretiliyor sanki. Çok tuhaftır çünkü son derece köşeye kıstırılmış durumdayız. Öte yandan ABD'den örnek vereyim; son derece rahat, her tür baskıdan uzak bir kültürde yaşayan sanatçılar için bunun kimi zaman bir dezavantaj olduğunu düşünüyorum. Özgürler, paraları var, hibeler alıyorlar, sonra da bir şeyler söyleyebilmek için konu arıyorlar. Ama gerçekten söyleyecek bir şeyleri yok. Bu diyeceğim yanlış anlaşılmasın ama bazen zor zamanlar sanatın çoğalmasını, kültürün ilerlemesini teşvik eder. Filmlerde, tiyatroda, görsel sanatlarda, müzikte daha fazla yaratıcılığa tanıklık edersiniz. Bugün İran gerçekten hayranlık uyandırıyor, yaratıcı bir yükseliş var. Bunun krize karşı otomatik bir insani karşılık olduğunu düşünüyorum. Sanatçılar da toplumun bir parçası. Son olarak da yaşadığım bir sorundan bahsedeyim. Dışarıdayken özgürüm ama sürgündeyim. Öfkem, bakış açım bu. İran'daysanız, İran'dasınız ama ifade özgürlüğünüz yok, dışarı çıkma imkânınız yok. İranlı olarak nerede olursanız olun, mevcut siyasi durum sizi illa ki bir sıkışıklığa itiyor. (Sanatçılar olarak) çalışmalarımız birbirinden çok farklı ama yine de siyasi iklim yüzünden bunu yaşıyoruz.
ASGHAR FARHADİ HEM İÇERİDE HEM DE DIŞARIDA BAŞARILI BİR YÖNETMEN
İran sineması dünyada kendini çoktan kanıtlamış ve bir yer edinmiş durumda. Bunun belki yaşayan en önemli temsilcileri Asghar Farhadi ve Mecid Mecidi. Onlarla iletişimde misiniz veya takip ediyor musunuz?
Bahsettiğiniz bu iki yönetmen İran'da yaşıyor ve orada bir eser ortaya koyup dışarıya yollayabilen sanatçılar çünkü hükümetle bir sorunları yok. Çektikleri filmlerin türü itibarıyla başları derde girsin istemiyorlar. Sayıca çok daha fazla yönetmen ise film çekiyor ama dışarı asla çıkmıyor bu filmler. Mecid Mecidi'yi bilemeyeceğim, filmlerinin tutkunu değilim ama Asghar Farhadi çok kabiliyetli, dünyanın sayılı yönetmenlerinden. Çok şanslı çünkü hem içeride hem dışarıda başarılı. Bu alışılmadık bir durum. Başarısının ardında sadece İran'la ilgili hikâyeler anlatması, başka pek kimsenin bu hikâyeleri anlatamaması ve gösterememesi yok bence. O aynı zamanda harika bir sanatçı, harika bir senarist. Ama benim çalışmalarım Farhadi'nin, Mecidi'nin eserlerinden çok farklı çünkü bence onlar gerçekçiliğe, gündelik hayata çok daha fazla eğiliyor. İran toplumunun nasıl olduğunu, nüanslarını, yolsuzluğunu, yalanlarını dünyaya güzel bir hikâyeyle anlatan filmler çekiyorlar ve büyük başarı elde ediyorlar. Bense bir ayağı yerde, bir ayağı gökte gerçeklikle hiç alakası olmayan eserler üretiyorum. Bence sürgündeki pek çok sanatçı ve yazar büyülü gerçekçi eserler üretmek durumunda kalıyor. Benim gibi dışarıda yaşayan biri için çok zor olması bir yana, ben gerçeklikle ilgilenmiyorum bile zaten. Ancak İran'la veya dünyayla ilişkimiz hep çok alegorik, gerçeklikle bağlantılı değil, sosyolojik değil. O yüzden inandırıcı da gelmiyor. İran'dan bahsediyor olabilirim ama aslında dünyayı kastediyorum. Benim gibi birinin sahip olduğu bir avantaj da hitap ettiğimiz kitlenin farklılığı. Farhadi'nin hitap ettiği kitle uluslararası. Hakikaten bambaşka şartlar altında çalışıyoruz ama onun eserlerini seviyorum.
YAŞAMIMIN SONUNA DEK SANATÇI KALABİLMEYİ UMUYORUM
Bu serginizde de açıkça görüyoruz ki yazı önemli bir araç sizin için. Neden?
Sanat üretmeye ilk başladığım dönemde klasik İslam ve İran sanatlarında, mimaride, halı ve tavan tasarımlarında sürekli kullanılan hat ve şiirlerden esinlendim. Bunlarla büyüdüm. Sonrasında, bu imgelerdeki yazılar bir şiir ve sese dönüştü benim için. Sanki biri bir şey söylemek istiyormuş gibi. Güzelliğiyle estetik bir boyut taşırken aynı zamanda anlamlı da. Bu iki sebeple yazı öğeleri ekliyorum.
Sanatçı olarak zirveye ulaştığınızı düşünüyor musunuz?
Ben bu şekilde düşünmüyorum çünkü yaşamımın sonuna dek sanatçı kalabilmeyi umuyorum. Sanatımı sadece galeriler ve müzeler için üretmiyorum. Yapabildiğim tek şey bu. Zirveye ulaştığımı düşünmüyorum. Bu açıdan ele almıyorum çalışmalarımı. Aktif olmayı, çalışmayı seviyorum. Belki bir gün zirveye ulaşırım ama şu an için cevabım hayır.
İRANLI BİR KADININ HAPİS DENEYİMİNİ ANLATACAĞIM
Belki bu röportajımızda yeni bir çalışmanızın haberini bizimle paylaşırsınız...
İleride filme dönüşeceğini umduğum bir video ve fotoğraflar üzerine çalışıyorum. Tarif etmesi gerçekten zor olacak ama İranlı bir kadının hapiste yaşadığı deneyim hakkında. Maruz kaldığı travma nedeniyle sinir krizi geçiren, neredeyse aklını yitiren bir kadın var. Kendisi şu anda ABD'de ama her gün bu travmayla yaşıyor. Dansçı, o yüzden müzik ve dans ona bir rahatlık hissi veriyor ama dünyayla ilişki kuramıyor. Geçmişe takılı kalmış halde, halüsinasyonlarla, hapiste uğradığı cinsel saldırının anılarıyla yaşıyor. Az da olsa siyasi öğeler barındıran ama aynı zamanda son derece müzikal bir çalışma. Koreografi ve dans içeriyor. Ama (kahraman) çok travmatize olduğu için bir yandan çok da acı verici. Çok farklı çünkü daha önce dans kullanmamıştım hiç. Acı ve vecd arasındaki bağ çok ilgimi çekiyor. Vecdden kastım dervişlerin, Sufilerin sema esnasında hissettikleri. Meditasyona giren insanlar mekân ve zaman mevhumunu kaybediyor. Bahsettiğim kadın ise hazdan değil, travma sebebiyle kendini dansta kaybediyor.