Sevgi eksikliğini yiyeceklerle dolduruyoruz

SİBEL ATEŞ YENGİN

sibel.ates@aksam.com.tr

Psikolog Senem Eke Yıldız’ın yazdığı Psikodiyet adlı kitap, yeme bozukluklarıyla başa çıkmaya çalışanların yaşadıkları sürece ışık tutuyor. Yeme bozukluğu olan sekiz kişinin iyileşme yolculuğunun anlatıldığı kitabın yazarıyla buluştuk.

Çok fazla sayıda diyet kitabı var ancak sizinki farklı. “Psikodiyet” kitabını yazma fikri nasıl oluştu? 

Genelde nasıl daha iyi diyet yaparız ve nasıl hızlıca kilo veririz üzerine yazılıp çiziliyor. Ben işin psikolojik kısmına odaklandım. Sürekli diyet yapanlar ya da yapamayanlar, sürekli kilo alıp verenler, yiyeceklerle derdi olanlar benim ilgi alanımda. Bu konularda çok başvuran danışanım olduğu için psikolojiyle diyeti bir araya getirdim ve Psikodiyet yaptım. İkisi bir arada olmazsa olmaz. Psikodiyet grupları, beslenme alışkanlıklarına ışık tutan bir süreç. Beslenme problemlerinin altında aslında hayata dair problemler yatıyor. Kişiler hayatta başa çıkamadıkları durumları besinlerle çözmeye çalışıyorlar. Ben de hayatla nasıl başa çıkabileceklerini göstermeye çalışıyorum.

Bu süreçte sizi en çok şaşırtan şey ne oldu? 

Beni en çok şaşırtan şey genelde kuşaklar arası aktarım oluyor. Geçmiş kuşaklardan bize aktarılan duygular ve düşünceler var. Birçoğumuz bunları hâlâ taşıyoruz. Bugünkü kilo probleminin altında farkında olmadığımız geçmiş kayıtlar olabiliyor. 

Zayıflamak için gelenler nasıl bir ruh halindeler? 

Bastırılmış, görmezden gelinmiş duygular diyebiliriz. Çünkü o duygular hâlâ oradalar. Farklı şekillerde ifade ediliyor olsalar da oradalar. Amaç zaten o duygulara ulaşmak. Onları gün yüzüne çıkarıp temizleyip parlatmak. Yani önce fark etmek ve kabul etmek. Sonra da o duyguları sağlıklı bir şekilde eyleme dökmelerini sağlamak. Genel olarak bakıldığında ise en çok göze çarpan şey; danışanların daha çok koşulsuz sevgi ve benzeri duygu boşluklarını doldurmak için yiyecekleri kullanmaları oluyor. Ya da birtakım şeylerle başa çıkabilmek için yediklerini görüyoruz. Öfkeliyken üzgünken yemek gibi. Yiyeceklerle kendini sakinleştiriyorlar çünkü duygularını nasıl yöneteceklerini bilmiyorlar.

Danışan profiliniz nasıl? 

Danışan profilimiz çok geniş. Çünkü “yeme”, “beslenme” ortak ve en temel ihtiyaç. Besinler de en kolay ulaşılabilen sorun çözücüler. Bunun için danışanlarımız rengarenk. Nereden ve nasıl geldikleri önemli değil. Gruba girince hepsi eşitleniyor. Mustarip oldukları tema ortak. Beslenme bozukluğu olanların çoğu hayır diyemeyen ve başkalarının yükünü taşımaya yatkın kişiler oluyor.

Bize kitaptaki Selim karakterinden biraz bahsedebilir misiniz? 

Selim berber, bir berber dükkânı var. Zamanında babası okumasına izin vermemiş. Ailesi tarafından esnaf olmasına karar verilmiş. Hatta Selim hayatındaki birçok şeye kendisi karar verememiş. İstemediği bir evlilik yapmış. Tüm bunlardan babasını sorumlu tutuyor. 40’lı yaşlara gelmiş ama hâlâ yapamadıklarının yasını tutuyor. İşin tuhafı bunları değiştirebilecek durumda olduğunun farkında değil.  Bunların farkına varınca birçok şey değişiyor. Yıllar sonra eğitim almaya karar veriyor ve daha birçok karar alıp istediği hayatı eyleme geçiriyor.

Âşık olunca da yemek yiyemeyenler var...

Birbirini tanımayan insanlar kolay uyum sağlıyorlar mı? 

Kaygı, daha ön görüşmelerde başlıyor. “Ben herkesin önünde konuşamam, nasıl anlatacağım?” diyorlar. Buradaki en önemli anahtar psikodrama. Psikodrama eyleme dayalı bir terapi yöntemi olduğu için uzun uzun konuşmalar yapılmıyor. Her şey sahnede somut bir şekilde yer alıyor. Anlatmıyoruz, yapıyoruz daha doğrusu nasıl yaptığımızı gösteriyoruz. Mesela grup üyesi çikolatanın onda yarattığı duyguları sahnede diğer grup üyelerinden yardım alarak gösteriyor. Psikodrama ısınmanın, paylaşmanın en kolay ve keyifli yolu. Başlarken tüm üyelerde bir çekingenlik oluyor. .

Sarsıcı olaylar çıkıyor mu? 

Spontane çalışmalarda beklenmedik, sürpriz durumlar ortaya çıkıyor. Ben, hatta danışan da dahil herkes şaşırabiliyor grupta. Mesela kitapta da böyle bir karakter var. Başkalarının tabaklarındaki artık yemekleri de yiyen Burcu’nun çalışması çok şaşırtıcı. 

“İnsanın ruhu neden aç diyorsunuz?” Neden aç peki? 

Doğduğumuz andan itibaren yetişkinlik dönemine kadar koşulsuz kabul, onay ve sevgiyi alabilsek duygularımızı tanıyıp onları yönetmeyi öğrenebilsek ruhsal açlık olmayacak. Kısacası bazı duygulara açız. Özellikle de sevgi eksikliğini yiyeceklerle dolduruyoruz.

Âşık olunca da yeme bozukluğu ortaya çıkıyor mu? 

Âşık olduğunda yemek yiyemeyenler var.  Çünkü ruhları besleniyor. Soruyoruz ya ruhunuz neden aç diye, ruhlar olumlu duygulara aç. Âşık olup aşırı yiyenler de var. Orada da başka süreçler işin içine giriyor. Çeşitli kaygılar olabiliyor bunun altında. Ne olursa olsun konu duygulara geliyor. Duygusal yükler önemli. Önce onları sırtımızdan indirelim sonra nasıl dengeli besleniriz ona bakalım.