sibel.ates@aksam.com.tr
Resimle tanışması bir duvar halısının üzerindeki geyik figürüyle başlamış Kadir Akyol’un. İlk çizdiği resimse bir köy manzarası olmuş. Şimdilerde 13. kişisel sergisi “İmgenin Refleksi”yle sanatseverlerle buluşuyor Kadir Akyol. Sanatçıyla bir araya geldik ve resimle yolculuğunu konuştuk.
Resimle ilk kez ne zaman tanıştınız? Resimle ilk kez çocukluğumda Mardin’deyken duvar halılarındaki “Kahveci Güzeli”ni ve geyikli bir resmi görmemle tanışmış oldum diyebilirim. O yıllarda yaşadığımız bölgede ne yazık ki müze, galeri gibi sanat kurumları yoktu. Gerçek anlamda bir sanat eseri görme şansımız olamadı. Çocukken ilk çizdiğiniz resmi hatırlıyor musunuz peki? İlk çizdiğim resim; ırmağı olan ve dağlara yakın bir yerdeki köy resmiydi. O da sanırım aklımda “Heidi” çizgi filmini çok sevdiğimden aklımda kalanların yansımasıdır. Çocukluğun verdiği refleksel bir davranışla olmayı istediğim, kendimi huzurlu hissedeceğim bir yeri çizmişim sanırım. Bu da şu anın tasarlanmasında yani geleceğin yaratılmasında sanatın gücünü gösteriyor. HER RESMİN BİR HİKÂYESİ VAR Resimlerinizin hikâyesi var mı? Evet, her resmimin muhakkak bilinçli veya bazen bilinçsiz bir hikâyesi oluyor. Çünkü resimlerim benim günlüklerim gibi, çoğu bilinçli tasarladıklarım olup bir konuyu, içerisinde hissettiklerimi üstü kapalı, bazen de çağın anlayış karakterinin gerektirdiği ‘reklam’ gibi, izleyiciyi maruz bırakarak yapıyorum. Bazen de benim bile farkında olmadan sergi isminden de anlaşılacağı üzere refleksel imgelerle farkında olmaksızın, zihin oyunlarına maruz kalarak, bir içgüdünün dışavurumunu ortaya çıkaran çalışmalarım da oluyor. Bir ressam tuvali, fırçaları ve boyalarıyla baş başa kalınca ne hisseder? Ben kendimi, bir ressam veya sanatçı gibi meslek isimleri altında hiç düşünmedim ve sanki bu şekilde hitap edildiğimde garip hissediyorum. Ben içimden geldiği gibi üretim yapıyorum. Tuval, fırça ve boyalarla baş başa kaldığımda zaten resmi zihnimde tamamladığım için, çoğu defa sadece soyut olan fikrimi somutlaştırma çabası içinde hangi teknikle daha iyi anlatabilirimin zihin meselesi içerinde oluyorum o an. ESERLERİMLE ANLAŞILMAK Ödüllü bir ressam olmak sizi motive ediyor mu? Herkesin bildiği üzere ödüllü, başarılı olmak göreceli kavramlar. Bana sorarsanız benim için çok fazla bir önemi yok. Önemli olan ortaya koyduğunuzdur. Ama içende aynı havayı soluduğum topraklarda maalesef bazı insanlar ilk olarak etikete bakıyor. Ortaya çıkan eseri anlamak yerine, bazı kriterler ön planda tutuluyor; yurt dışında eğitim almış, yurtdışı sergileri olan, genç yaşta ödüller almış, önemli koleksiyonlara girmiş, müzayedede eserleri satılabilir olması ve bir borsa gibi şu fiyata alalım, iki yıl sonra bu fiyatlara ulaşacak gibi fikirleri mevcut. Güzel şeylerin olması beni çok motive ediyor ama asıl eserlerimle anlaşılmak beni daha çok motive ediyor ve aynı fikrin birçok sanatçıda olduğunu görmek beni gerçekten mutlu edip, daha çok üretim yapmamı sağlıyor. Sizin kullandığınız tekniğe portre mi deniyor, çalışmalarınızı anlatır mısınız? Bu son dönemlerde evet portre yapıyorum ama ben kişilik analizi üzerinden portreler yapıyorum. Birçok kişinin gördüğü evet portre ama onlar portre değiller. Vahdet-i vücud gibi bütünün sadece bir parçası. İster bütünden, isterseniz de parçadan bütüne giden yoldan okuma yapabilirsiniz. Çünkü yol birdir ve aynı yere varacaktır. En çok hangi renkleri kullanmayı seviyorsunuz? Ben tüm renkleri kullanmayı seviyorum. Biri eksik olsa anlatımı yetersiz olur. Nasıl ki bir şarkının bir notasını yanlış çaldığınızda o ritim bozuluyorsa, bizim içinde bu böyle. Kâinatta bu şekilde değil midir? Muhteşem bir ahenk içindedir. Bizim yaptığımız da zaten bazı boşlukları renk ve hayal gücüyle tamamlamaya çalışmak.