GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com
Hafta başında ebedi yurduna emanet ettiğimiz Ömer Tuğrul İnançer'i tanımlamak için 'resmi', gayrıresmi pek çok sıfat kullanılabilir. Ancak en güzeli belki de küçük muhibbanlarından Fatma Zehra'nın tabiriyle 'iyilik adamı' ifadesi. Mutasavvıf ve hukukçu kimlikleriyle tanınan İnançer, sözü, sohbeti, yazdıkları ve yaşantısıyla sadece ülkemizde değil tüm gönül coğrafyamızda Muhammedi bir iklim oluşturmuştu. O'nu yakinen tanıyanlara Ömer Tuğrul İnançer'in manevi ve toplumsal hayatımızda nasıl derin izler bıraktığını sorduk.
DOSDOĞRU YAŞAMIŞ BİR İNSANDI
Ahmet Tezcan
Tuğrul İnançer Efendi ile tanışıklığınız nasıl başladı? Hayatınızda nasıl bir iz bıraktı?
Bir söyleşi için 1985 yılında sanatçı Ahmet Özhan ile tanıştık, böylece merhum Ömer Tuğrul İnançer ile de tanışıklığımız başladı, çünkü Ahmet Özhan ile Tuğrul İnançer'i birbirinden ayırmak mümkün değil, İmam Ali Efendimiz'in ifadesiyle "İki bedende tek ruh gibi kardeş" idiler. Tuğrul İnançer duruşu ve bilgisiyle, o tok ses ve sözleriyle tam bir ağabey. Onun kadar ismiyle müsemma kimse bilmiyorum; doğru bildiğini söylemekten, yanlışa itirazdan çekinmeyen celâlli haliyle Ömer, bulunduğu her ortamda sözü üstüne söz kondurmayan vakarı ile Tuğrul, söylemine hiç bir zaman zıt düşmeyen eylemiyle çevresine hem söz hem öz güven yayan serâpâ bir inanç eri. 76 yıllık ömrünün amiyane tabirle çocukluk denilen ilk 10 yılını saymazsak, 66 yıl dosdoğru ve dimdik yaşamış bir insan. Tabii bunu söylerken hadsizlik etmekten korkarım ve Aziz Mahmud Hüdai Hazretlerinin nutkunda buyurduğu "Arif olurmuş ehl-i Hak doğmazdan evvel annesi" esprisini derkenar olarak mahfuz tutmak isterim. Bende bıraktığı iz ise; tanıdığım günden bugüne göz ve gönül ışığım oldu.
Bir insan ve Müslüman olarak O'nda en sevdiğiniz özellikler nelerdi?
Sevmediğim hiç bir özelliği taşımaması. Şayet İslam; aklını işleterek yaradılış sırrını taşıyan kalbiyle buluşturup kendi özünde barışı sağlamanın adı ise, Ömer Tuğrul İnançer Hazretleri o ada tam layık bir Müslüman idi. Böyle bir bütüncül özelliğe, böyle bir kuşatıcı vasfa sahip insan, ilk harfi büyük yazılması gereken bir "İnsan"dır. Ben o İnsan'ın nesini sevmeyeyim, hangi vasfını diğerinden üstün tutayım?
Sizce Tuğrul İnançer, bütün kimlikleriyle bu topraklarda nasıl bir iklim oluşturdu?
Merhum Ömer Tuğrul İnançer'in hizmetiyle etki sahasına sınır koymak mümkün değil. Şam'daki Muhyiddin İbn Arabi hazretlerinin türbesindeki sanduka örtüsünden tutun, Balkanlardaki yahut Afrika'daki herhangi bir tekkeye varıncaya kadar hep onun dokunuşlarını göreceksiniz. Kendisi Halveti Cerrahi idi malûm, fakat hiç bir yolu diğerinden ayırmadan ve üstün tutmadan hepsinin usûl, erkân ve âdâbını bilir ve severdi. O yolun başında olanlar kadar hatta bazılarından daha fazla bilirdi. Bugün Tasavvufta Görsel Unsurlar diye bir belgesel yapılacak olsa ki bendenizin 32 yıllık hayalidir bu, kapısı ilk çalınacak kişi Ömer Tuğrul İnançer olurdu. Göğsünü gere gere, üstüne basa basa "Turûk-i Aliyye" dediği bütün tarikatlerdeki ritüelleri, kıyafetleri, mekan ve meydan düzenini, davranış kalıplarını eksiksiz bilir ve eksik gördüğü yerde uyarmayı, tamamlamayı ve tamamlatmayı ihmal etmezdi. Böyle bir muhabbeti vardı. Elbette adını dilinden, sevgisini gönlünden, hasretini gözünden hiç ayırmadığı Peygamber Efendimiz'den neş'et etmiş bir muhabbetti bu. Bütün dillerde yazılmış Naat-ı Şerifleri toplar ve yüzde 80'inin Türkçe oluşundan da ayrı biz haz ve gurur duyardı. Onun oluşturduğu iklim Muhammedî iklimdi ve kuşatmadığı hiç bir kimse ve nesne yoktu, vesselam.
DİNİN HÜKÜMLERİNİ NET BİR ŞEKİLDE İFADE ETTİ
Savaş Barkçin
Ömer Tuğrul İnançer hocamız tasavvufun engin deryası içindeki bütün başlıkları, boyutları hem çok iyi bilen, hem çok iyi özümsemiş hem de öğreten bir insandı. Gerçekten dört başı mamur ve allame idi. Benim nazarımda en önemli özelliği Allah'ın dini ile ilgili hükümleri eğip bükmeden, hiçbir diplomasi, siyaset gözetmeden dirayetiyle net bir şekilde ifade etmesidir. Bu ifade ediş tarzı televizyonlarda veya videolarda olduğunda bazılarını rahatsız ediyor ama onlar biraz dinin kamufle edilme tarzı ile yetiştikleri için böyle net ve arı bir ses ile aşina olmamış olanlar. O yüzden benim için önemli olan hususiyeti zaten olması gereken şeriatin içinde tasavvufun ancak anlamlı olabileceği anlayışıdır. Çünkü şeriatsiz bir tasavvuf anlayışı da sık gördüğümüz bir şey ve açıkçası mütehakkimler tarafından desteklenen bir projedir. Aynen tasavvufsuz şeriatçılık gibi. Dolayısıyla o dengeyi olması gerektiği gibi insanın hem ameli hem ihlası hem ihsanı iç içe olmak üzere bize gösteren bir zat-ı şerif idi.
MUSİKİYE HİZMETLERİ BÜYÜKTÜR
İhya ettikleri, postnişini oldukları makamın bir şehirli tarikatı olması gerçeği bize açıkçası tasavvufun sadece taşralı veya taşra kökenli olup büyük şehirlerde olsa bile o dar çerçevede kalamayacağını gösterdi. Cenaze töreninde de vardı biz devranlara gittiğimizde de görürdük her zaman her hayat şubesinden insanlar, her meslekten insanlar, çok modern tipli insanlar da var, olmayanlar da var. Dolayısıyla işin surette değil sirette olduğunu büyük bir şehirlilik, medeniyet üslubu içinde bize aktaran gerçekten çok üst düzey bir örnekti.
Tuğrul hocamızın bağlı bulunduğu yolun gereği olarak zikir musiki ile icra edilir ve aslında musiki zikir olarak anlaşılır. O yüzden musiki bir eğlence vasıtası değildir. Musikinin nasıl bir nimet olduğunu bilenler elbette onu da Allahü tealanın insanlara verdiği bir nimet olarak görürler. Bu bilincin içinde terbiye gördüğü ve aile olarak da yol evladı oldukları için musiki muktesabatı gerçekten çok kuvvetli idi. Onu Türk Tasavvuf Musikisi ve Folklorunu Arama ve Yaşatma Vakfı dışında çok göstermek istemese de hocamızın özellikle Ahmet Özhan ile yaptığı programlardaki küçük değinilerden bu konuda da ilminin çok engin olduğunu anlayabiliyorduk. Edebiyat, şiir, musiki, tarih, dini ilimlerdeki müktesabatı aslında birbirini tamamlayan şeylerdir. Bir mümin için zaten alanların da tevhidi gerekir. Tevhid sadece Rabbimizin tek ilah olduğunu birlemek değildir. Aynı zamanda insanın kendini birlemesidir. Nefsiyle kalbini, bedeniyle ruhunu, kendi özel dünyası ile kamu dünyasını, ilmiyle amelini, zevkiyle aklını birleştirmesi demektir. Bu noktalarda da Tuğrul hocamız gerçekten çok derin bir insandı. Muhabbetiyle, dirayetiyle de insanlara bunları hem öğreten hem de yol gösteren, işaret eden bir büyüğümüzdü. Özellikle yöneticisi olduğu vakıf gerçekten çok kıymetli icralar yaptı, çok kıymetli eserler verdi. İçlerinden gerçekten benim de çok sevdiğim musikişinas olarak da çok istifade ettiğimiz üstadlar yetişti. O yönden de gerçekten musikiye de hizmeti büyüktür. Onunla ilgili makaleleri bu işe meraklı insanların mutlaka okuması gerekir. Allah makamını ali etsin. İnş sevdikleri ile mahşer günü buluştursun.
BİR HAK DOSTUNU UĞURLARKEN...
Ender Doğan
Doksanlı yıllardan itibaren kendisini tanıma fırsatı buldum. Yakinen birlikte olma bahtiyarlığına eriştim. İlminden sözlerinden, sohbetinden istifade ettiğim birçok bakımdan kendilerini örnek aldığım mühim bir şahsiyet. Medeni insan profili olarak karşımızda mücessem olarak duran mühim bir kişilik Ömer Tuğrul İnançer hocamız. Küçük yaşlardan itibaren geleneksel Türk İslam kültürüyle yetişmiş, kendini çok iyi yetiştirmiş bir hukuk adamı, bir sanat adamı, din alimi ve en önemlisi arif bir insandı.
Bir mevzuyu anlatırken üslubuyla, tavrıyla "Ağyarını mani efradını cami" ifadelerle çok makul, anlaşılır bir tarzda muhâtaba bunu aktarabilen sıradışı bir insandı. Bendeniz gibi binlerce insana rehberlik etmiş yol göstermiştir. 1997 senesinde Erzuruma Felsefe öğretmeni olarak tayin edildiğimde İstanbul'dan ayrılmak bana çok zor gelmişti. Üstadımın yanına gittim, kendisine danıştım; 'Üstadım ben Erzurum'da ne yapacağım? orada musiki, kültür ortamı kısıtlı. İstanbul gibi imkan bulmam çok zor. Bana ne tavsiye edersiniz?' dediğimde bana şunu söylemişti; 'Oraya git ocağı uyandır, ateşi yak onun sıcağıyla sen de ısınırsın'
Nitekim gittim ve Erzurum'da ney dersleri verdim, talebe yetiştirdim gerçekten çok bereketli yıllarım geçti orada.
Hocamızla sahne programlarından dost meclislerine birçok ortamda birlikte oldum. Özetle şunu söyleyebilirim gönlümde derin bir muhabbet uyandırdı saygınlığının büyüklüğünü kelimelerle ifade edemem. Meselelere farklı açılardan yaklaşabilen çok üst noktalardan bakabilen bir hocamızdı. Sevgi dilini geliştirdi. İnsanlara hakkı, hakikati anlatırken celalli bir hali olmasına karşın son derece merhametli, sevecen ve duygulu bir insandı.
Hocamız yaşadığı döneme damgasını vurup gitti. Çok büyük hizmetler yaptı bunun şahidiyiz. Vaktini hep bereketli kullandı; hep sahadaydı, fakirin fukaranın yanındaydı. Memleketimizin farklı şehirlerinden tutun da dış ülkelerdeki insanlarımıza kadar herkese gücü nispetinde hizmetler sundu, kitaplarıyla konferanslarıyla televizyon ve radyo programlarıyla sesini nefesini bütün dünyaya ulaştırdı.
GÖZÜ YAŞARMADAN PEYGAMBERİMİZİ ANMADI
Saadettin Acar
Merhum Tuğrul Bey hocamızın ismini duyardım elbette ama onu yakından tanımam bir röportaj vesilesiyle oldu. Dergah Dergisi'nde (Haziran 2004, sayı 172) Ayşe Şasa Hanımefendinin kendisiyle yaptığı bir orta sayfa söyleşisi adeta çarpmıştı beni. Ayşe Hanımın çok güzel sorularına öyle çarpıcı, öyle derin cevaplar vermişti ki, defalarca okuduğumu hatırlıyorum. Sonrasında izini sürdüm, yazdıklarını okumaya, sohbetlerini dinlemeye başladım. Kısmet oldu, lütfettiler, kendileriyle yıllarca süren radyo-televizyon porgramları yaptım. Birçok konuşmasının ilk dinleyicisi ve öğrencisi olma şerefine ve ayrıcalığına nail oldum.
BİR PEYGAMBER AŞIĞIYDI
Merhum Tuğrul Efendi'nin yıllar içinde gözlemlediğim en önemli özelliği, ondaki hiç eksilmeyen Peygamber sevgisiydi diyebilirim. Ya da en bariz özelliği buydu. Bütün konuşmaları O'nunla başlayıp O'nunla biterdi adeta. Hayatının merkezine O'nun muhabbetini koymuştu. Bütün meseleleri O'nun üzerinden anlatır, bütün çözüm yollarını O'nda arardı. Yıllar içinde, boğazı düğümlenmeden, gözleri yaşarmadan O'nun adını bir kez bile andığına neredeyse hiç şahit olmadım. O'ndan her söz edişinde adeta O'nu yeniden yaşar, yaşatırdı. Bu, doğrusu çok rastladığımız bir hâl değil ya da ancak menakıp kitaplarında rastlayabileceğimiz bir hâl. Bir Peygamber aşığıydı, evet.
Merhum büyüğümüz, Allah'ın mahlukatına karşı derin bir merhamet taşırdı. Allah'ın yaratıklarına, O'nun hatrına rahmet nazarıyla bakmayı etrafındakilere öğretirdi daima. Yaratılanı Yaradan'dan dolayı sevmeyi Tuğrul Bey Hocamız haliyle bizlere gösterirdi. Ben, acizane, onun öfkesini de daima bu merhametin içinde ve onun bir parçası olarak anlamaya çalıştım. Evet, öfkesi de merhametle yoğrulmuştu.
BİZE BÜYÜK YANILGIMIZI HATIRLATTI
Tuğrul Efendi, gözlemleyebildiğim kadarıyla Türkiye'nin tüm farklı kesimlerine dokunmuş, belki de ihmal edilen, kaba ve şekli bir tasnifle kolayca "öteki" diye yaftaladığımız birçok insanı derinden etkilemiştir. Cenazesindeki insan çeşitliliği bize bunu bir kez daha gösterdi aslında. Şekli bazı yargılamalarla "bizden-bizden değil" diye yaptığımız sınıflandırmaların yersizliğini ve ucuzluğunu Tuğrul Efendi'nin etki halesine bakarak anlayabiliyoruz. Kendimizi bu kadar merkezde, başkasını dışarda tanımlamanın ne kadar büyük yanılgı (aslında kibir) olduğunu, onun etki sahasına giren insanlara bakarak bir kez daha düşünmek gerekir. Cenaze merasimi, bize bu büyük yanılgımızı hatırlatması açısından çok önemli bir ders oldu açıkçası. Gerçi Tuğrul Efendi'yi bilenler ve yakından takip edenler için bu durumda şaşılacak bir şey yoktu. Çünkü cenazesindeki bu manzara, bu çeşitlilik malumun ilamı idi sadece. Hayatında da merhumun, daima ve çoğunlukla bu gri alanlardaki insanlara temasına hep şahit olunuyordu aslında. Yani her şey ya siyah ya beyaz değil. Hayatın gri diye tanımlayabileceğimiz alanları da var. Benim acizane gözlemleyebildiğim Tuğrul Bey'in bu alanlara çok derinden etki ettiği yönünde. Hiç ummadığımız yerlerde onu etkisini görmek, açıkçası Türkiye adına da bana büyük bir umut vermiştir daima.