Yazarlar

Vedat Bilgin

Vedat Bilgin

vedat.bilgin@aksam.com.tr

Şehirleri kim yönetecek?

Vedat Bilgin tüm yazıları

Şehirlerin yönetimi, her şeyden önce şehrin toplumsal değişimiyle yani aktüel olanla tarihsel varlığı arasındaki ilişkiyi yeniden kurmayı, bunu morfolojiye, estetiğe, mimariye, şehir kimliğine, dahası bütün bunları toplumsal yaşama alanı olarak mekâna yansıtacak mekanizmaları, kurumları, yöntem ve araçlarını ortaya koymayı gerektirmektedir. 

İnsan ve mekân ilişkilerini düzenlemek, birincisi, tarihsel birikimle aktüel sorunlar dengesini; ikincisi, toplumsal düzeyde mekân ve toplumsal ilişkileri bütünleştirecek bir örgütlenme modelini; üçüncüsü, ekonomik ilişkileri mekân-toplum etkileşimi bağlamında yeniden dağıtacak mekanizmaları kurmayı gerektirir. Şehirle insan arasında bu alanlarda denge sağlamadan demokratikleşme sürecini derinleştirmek kolay değildir. Şehir kültürü, şehirlilik bilinci demokratik değerlerin temelinde yatan unsurlardır; şehir farklılaşma ve çoğulculuk üretir. 

ŞEHİR, CANLI MIDIR? 

Türkiye’nin şehirlerinin talihsizliği, şehir kimliklerini tahrip eden büyük olaylarla karşılaşmış olmalarıdır. İmparatorluk Türkiye’si dünyanın en büyük şehir topluluğuna sahip olan bir ülke olduğu kadar, şehirleri toplumun merkezinde olduğu bir yerdir. 

İmparatorluğun tarımsal bir toplum yapısına dayanması bu durumla çelişmez; çünkü Osmanlı şehirleri tarımsal üretimi kontrol eden bir ilişki ağına sahip oldukları gibi, o günün dünyasının ticaretini denetleme gibi dışa açık bir dinamizme sahiptirler. Bu şehirleri yönetme gücü, aynı zamanda şehrin alt yapısını, yaşama merkezleri olan mahalleleri ve artizanal üretim alanlarını, ticareti yani çarşı-pazarı yönetecek bir niteliğe sahip olmayı gerektirmiştir. Bunun için hukuka, yönetim ilmine, mimari bilgisine, mühendisliye, elbette siyasete ve organizasyon iradesine sahip olmak lazımdır. 

Anadolu’da yaklaşık bin yıldır var olan Türk şehir anlayışı Osmanlı döneminin son yüzyılında, Doğu-Batı ilişkilerinin değişmesinden sonra dinamizmini kaybetmeye başlayınca, şehir kimliğini tahrip eden ilk dalgayla karşılaşmıştır. İkinci olay Batılılaşma döneminde şehir yapılarında görülen eklektik şehirleşme etkileridir. Bu süreçte İmparatorluğun peyder pey kaybettiği topraklardan gelen göçlerin şehir morfolojisini tahrip eden ilk nüfus hareketleri olduğunu hatırlamak gerekir, fakat asıl sarsıntı İmparatorluğun çöküşüyle yaşanacak, yirminci yüzyılın başında Türkiye’nin şehirleri içine kapanmış köylü bir toplumun sönük mekânları haline gelecektir. 

ŞEHRİN POLİTİKASI! 

Sürecin 1950’den sonra başladığı kabul edilir fakat esas geleneksel şehir yapılarını dönüştüren şehirleşme olayının etkileri 1970’lere geldiğinde belirginleşecektir. Gecekonduların şehirleri kuşatma altına aldığı özellikle başta üç büyükşehir olmak üzere şehir dokusunu nerdeyse çöküntüye uğrattığı zaman bu döneme işaret etmektedir. 

Şehirlerin yeniden canlanması için şehirleşme hareketlerinin ortaya çıkmasını, toplumsal değişim dalgasının yükselmesi kadar bu değişimi yönetme iradesinin de ortaya konulmasını beklemek gerekmiştir. AK Parti iktidarlarıyla şehirler gecekondulardan, en ilkel alt yapı sorunlarını halletme acizliğinden kurtulmuş, temel alt yapı konularını aşmışlardır fakat bir başka meseleyle ‘yeni şehirlilik ve kimlik’ sorunuyla karşı karşıyadırlar. 

Şehirleri yönetmek için gerekli olan birikimin kurumsal yapılara dönüşmesi, şehrin geleneği ile bugünkü durum yani sorunlar ve değişme eğilimleri arasında gereken bağların kurulması çok önemlidir; bu ilişkileri kavrayacak yönetim/şehirleşme politikası anlayışı tam da burada işe yaracaktır. 

Vedat Bilgin Diğer Yazıları