Yazarlar

İnsan, kambur sırtı, kısa bacakları, pençesiz kollarıyla, hayvanlar âlemine meydan okudu. İnsan, köyler, kasabalar şehirler kurdu. Ticaret yaptı, savaşlar çıkardı. Keşifler, bilimsel buluşlar, şifalı bitkilerden ilaç, elektrik, buhar makinesi, aya yolculuk, internet ve daha niceleri bunları izledi. Demek istediğim, insan her zaman çılgın işler peşinden koştu. Deliliğe özendi ve hiç durmadı. 
Peki diğer taraftan bu insanca çılgınlığın, ihtirasın, hırsın dizginleri yine insanın kendi elinde değil miydi? 
İnsan aynı zamanda kendiyle hesaplaşan, çevresine merhamet gösteren ve fazilet sahibi bir varlık da değil miydi? Tüm bu zıtlıklar tek varlıkta ahenkli bir bütün yaratmıyor muydu? 
Felsefe, işte insanın bu karmaşık yapısının aydınlık yüzüdür. Felsefe, insanı ihtirastan, boş inançtan arındıran, içgüdüsünün esaretinden kurtaran bilincinin sağ koludur. Ve felsefe, insanın yıkıcı ve yok edici yanının akılla dizginlenmesi, sorgulanması için bir ihtiyaçtır… 
Felsefe teriminin etimolojik anlamını [bilgiyi sevme] bir yana bırakacak olursak, kendi anlayışıma göre, insanın kendisini, ilişkilerini, şuuraltını-şuur üstünü! Çevresini, var oluşunu, dünyayı, doğayı, estetiği, sanatı, ahlakı, toplumsal tüm değer ve gerçekleri, bilinmeyeni sorgulamasıdır. Aynı zamanda, insanın bilgiye olan açlığıdır. 
İşte sorgulayan ve düşünen adamla var olan felsefe, insanlığa gerek bilimin ve gerekse medeniyetin kapılarını açmıştır. Felsefe, matematiğin, fiziğin, kimyanın, biyolojinin, tıbbın siyasetin ve özetle tüm bilimlerin, hukukun, insan haklarının ve bunların etkisiyle sanatın, ticari ve insan ilişkilerinin gelişimi ve ilerleyişi için kaçınılmaz olarak hayatımızın içindedir… Elbette toplumsal değerleri, sosyal haklarımızı ve kanunları bu birikimle tartmadıkça, felsefenin bir nimeti olan gelişim ve değişimden faydalanılamaz… Çünkü felsefenin esası olan, insanın sorgulama, değerlendirme, akılcı ve adaletli çözüm arama aracı olmadan insanın bu alanlarda ilerlemesi mümkün değildir. 
Düşünen adam, aklın kılavuzluğuyla, bilgiye yöneldikçe, insanlık da medeniyet çizgisinde yükselebileceğini düşünüyorum. Hukukçu deyimiyle “netice olarak!”, felsefe insanlığın gelişimi ve olumlu değişiminin aracıdır. 
Herkese iyi bayramlar, bugün bayram, bir tarafta bayram bir tarafta savaşlar, kan ve gözyaşı. Peki, neden savaşlar hep aynı bölgede çıkıyor. Neden Avrupa ve diğer gelişmiş ülkelerde düşünsel ve sorgulayıcı bireysel yetişiyor ve onların bilimsel üretimleri yaşadıkları bölgeye huzur getiriyor da bizim coğrafyada bu kadar kısırlık hâkim. Eğer sav edildiği gibi bu ülkelerin çıkarları yaşadığımız bölgeyi bu hale getiriyorsa yine de suç bizde değil mi? Bu döngüyü kıracak veya düzeltecek bireyi yetiştirecek eğitimi neden dizayn etmiyoruz. Ve neden şunu anlamıyoruz bu toplumları farklı kılan pozitivist bilim ve felsefe eğitimidir. Biz neden bunu eğitim sistemimize entegre edemiyoruz. Bir de şu açıdan bakın eğitim sistemi nitel olarak yetersiz ise bunun sonucunda ortaya çıkan toplum; sorgulamayan, bilgi üretemeyen, pozitif bilim üretmeyen, pozitivizmi öğrenemediği için düşünemeyen toplumdur. İşte eğitimin en derin sonucu felsefe eğitiminin yetersizliği, yanlışlığı ve niteliksizliğidir. Felsefe o kadar temel bir öğretidir ki ve bu öğreti o kadar doğru ve zamanında öğretilmelidir ki insanoğlu sorgulayabilsin ve başına gelen her şeyin sebebini bilerek karar verebilsin. 
Sonuçta felsefe eğitimini düzeltmedikçe, küçük yaşlardan itibaren doğru ve pozitivist felsefe eğitimi yapmadıkça bizim çağdaş toplum seviyesine ulaşmamız, bireyi yaratmamız, bilimsel üretim yapmamız ve en önemlisi de yaşadığımız coğrafyada savaşları bitirmemiz mümkün değildir. Bu yüzden felsefe bir ihtiyaçtır… 

Turgay Güler Diğer Yazıları