Yazarlar

Doğu Akdeniz’in yükselen enerji Jeopolitiği, Türkiye’nin geleceği açısından büyük önem taşıyor. Enerji bağımlılığını yeterince giderememiş bir ülke olarak, Doğu Akdeniz’deki haklarımız-dan zerre taviz veremeyiz, en ufak bir aymazlık gösteremeyiz. Bu kararlılık, bizim için gerek zengin hidrokarbon kaynaklarına sahip olmamız gerekse bölgede stratejik üstünlüğümüz açısın-dan son derece kıymetlidir.

Mevcut durumda Doğu Akdeniz’de önemli ihtilaflar vardır ve bunların büyük bir bölümü Türkiye’nin haklarının gaspına yol açan gelişmeler zemininde ortaya çıkmaktadır. Güney Kıb-rıs Rum Yönetimi (GKRY) ile Yunanistan bir yandan Kıbrıs adası üzerinden hakkı olmayan kazanımlar sağlamaya devam ederken, öte yandan Türkiye’nin meşru haklarını ortadan kaldıracak çabalarını sürdürmektedir.

Sorunun esas kaynağı, bölgenin Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sınırlandırmaları üzerinden yaşanmaktadır. Kıta sahanlığından farklı olarak MEB, ilan gerektiren ve deniz dibinden uzaya kadar olan bölgede tüm canlı ve cansız kaynakları içermektedir. MEB uluslararası hukuka 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’yle girmiştir. GKRY, 2003 itibaren Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ve Türkiye’nin haklarını yok sayarak sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti” adına MEB ilanında bulunmuş, Mısır, Lübnan, İsrail ile MEB sınırlandırma anlaşmaları imzalamış, 13 adet petrol arama ruhsat sahası ilan etmiş, bu sahalarda 3 tur ruhsat ihalesi yapılmıştır. Hukuksuz, haksız oldubittiye getirilerek, KKTC ve Türkiye’nin haklarını hiçe sayan ve zedeleyen tüm bu hamlelere karşı Türkiye, haklarını koruma kararlılığını sürdürerek, Doğu Akdeniz’de önce Barbaros daha sonra Fatih gemisi ile sondaj faaliyetlerine başlamış-tır. Bunun üzerine Türkiye’ye yönelik baskılar, sıkıştırmalar artmış, Yunanistan-GKRY-Mısır-İsrail ittifakı ABD desteğiyle Türkiye’yi geri adım atması için zorlamaya çalışmaktadır.

Türkiye bildiği yoldan, çıkarlarını ve uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını kararlılıkla korumaya devam edecektir. Ancak bu noktada mutlaka atması gereken son derece önem-li adım, Doğu Akdeniz’de MEB ilan etmesidir. Bu kaçınılmaz, ertelenemez bir zorunluluk olarak Türkiye’nin önündedir.

Doğu Akdeniz’e neredeyse gelmeyen donanma kalmamıştır. Küresel ve bölgesel güçlerin gözü buradadır ve hepsi de MEB üzerinden hak iddia etmeye çalışmaktadır. Tıpkı 1986 yılında Karadeniz’de ilan ettiğimiz gibi burada da ivedilikle MEB’i ilan etmeliyiz. Böylece Yunanistan ve diğerlerinin Türkiye’ye ve KKTC’ye yönelik ithamları, haklı olmayan çabaları etkisizleşir.

Bu konuda Libya önemlidir. Zira yakın geçmişte yaşadığı iç karışıklıklar nedeniyle yeterince ilgilenemediği MEB konusunda Libya, Yunanistan’ın gaspına uğramıştır. Türkiye’nin MEB ilanı sonrası, Doğu Akdeniz’de Libya ile yapacağımız anlaşma ile hem Libya kaybını giderecek, hem Türkiye ilave hak kazanmış olacaktır. Bu ilave denizalanı Kıbrıs adası büyüklüğün-dedir. Bugüne kadar gösterilen sağlam iradenin, bu konuda da ortaya konulacağına inancımız tamdır. Yeter ki, zaman kaybetmeyelim.

Tüm bu stratejik sıkıştırmalarla karşı karşıya iken, İstanbul seçiminin stratejik değeri de artıyor. Zira ülkeyi ilgilendiren hiçbir olgu diğerinden tamamen bağımsız değerlendirilemez. Kaldı ki, başta ABD olmak üzere Batılı dostlarımız bizi bizden, İstanbul’u kendi şehirlerinden daha fazla düşündüklerini bizi inandırmak istercesine İstanbul seçimiyle ilgililer.

Bu yüzden diyoruz ki; Türkiye’de siyaset yapıp da; FETÖ’yü, PKK’yı, emperyalizmi, İran ambargosunu, S-400’ü, Doğu Akdeniz’i ağzına almayan, bu konularda Türkiye’nin istiklali zaviyesinden söz söyleyemeyenler; maskelidir, sahtedir, dış desteğe teşnedir, küresel sömürü baronlarının sempatisinin peşindedir.   

Prof. Dr. Yaşar Hacısalihoğlu Diğer Yazıları