Yazarlar

Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine yığılan terör örgütleri ve onların terörüyle mücadelesi, yıllardır eksilmeyen kararlıkla sürüyor. Onları destekleyen ABD ile de diplomatik mücadelesini hiç aksatmadan devam ettiriyor. Hakkı, hukuku, adaleti, müttefikliği, hukuk devleti olmanın gereğini, insan haklarını, teröre karşı mücadelenin zorunluluğunu ve daha birçok gerçeği ve değeri hatırlatıyor, çelişkilerini yüzlerine vuruyor. 

Bugüne değin hep oyalamayla, hep zamana oynayarak, Türkiye’nin kararlılığının dağılmasına bel bağladılar. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı yıpratarak, etkisizleştirerek sonuç almaya çalıştılar. 15 Temmuz’da derin devletlerinin piyonlarını sahaya sürdüler başaramadılar. Kitleleri, gençleri kullanarak, kaos çıkarmaya çalıştılar, başarmadılar. 

Askeriyle, polisiyle güvenlik güçleri,  FETÖ’den arındırıldıkça güçlendiler. Milli savunma sanayiinin yerli- milli ürünleri etkinlik kazandıkça kuvvetlendiler. Şer odakları yine durmadılar. Suriye’nin kuzeyinden batıya doğru uzatmak istedikleri terör koridorunu, devlet tasarımını Mehmetçik iki askeri harekatla durdurunca, bu defa da Fırat’ın doğusuna kümelendiler, süreklilik ve kalıcılık kazanmak, derinleşmek istediler. Bu noktada da yine Türkiye’yi oyalamayı düşündüler. Bu süreçte Türkiye’nin iç siyasetinde gedikler açmayı planladılar. PYD kimliğini PKK’dan ayrıymış gibi dayatmaya çalıştılar. İçimizdeki plastik suratlı unsurlarını gri propaganda elemanları olarak, sahaya sürdüler. PYD/PKK-YPG terör yapısına, alfabeyi zorlayarak yeni bir kılıf ürettiler, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) diyerek, demokrasi kavramını da teröre bulaştırdılar. 

DEAŞ terör örgütünü de PKK/PYD-YPG terör yapısının meşrulaştırma aparatı olarak kullandılar. Her ikisini birbirini besleyen birbirinin varlık nedeni haline getirdiler. 

Türkiye’nin iç siyasetinde; “PYD sınırımızda olursa rahatsız olmayız”, “PYD Türkiye’ye tehdit değildir”,” PYD Türkiye’ye mi saldıracak”, “PYD terör örgütü diyebilmek için istihbari bilgi olması lazım”, “PYD bir partidir”, ”PYD-YPG terör örgütü değildir” sözleri sarf edildikçe, Türkiye’nin kararlılığının zayıflatılacağına bel bağladılar.  

Cumhurbaşkanı Erdoğan her defasında uyararak, PKK/PYD-YPG terör yapısına desteğini çekmelerini, yapmadıkları takdirde Fırat’ın doğusuna müdahale edeceklerini söyledikçe, inanmak istemediler. İçimizdeki plastik suratlarına; “ABD izni olmadan Türkiye asla müdahale edemez” gri propagandasını yaptırdılar.  

Türkiye’nin Kürtlere saldırdığı alçakça yalanını yaymaya kalktılar. “Barış Pınarı” harekatının, ABD’ye rağmen yapıldığını hazmedemediler. İç siyasi aktörler eliyle, muhalefet sözcüleriyle Mehmetçiğin kararlılığını, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın direncini gölgelemek için, mutlaka ABD’nin planının parçasıymış gibi göstermeye kalktılar. 

Kukla rejimlerinin kukla yöneticilerinden medet umdular. Mazlum halkların desteklediği harekata, sömürgecilerin kukla idarecilerin karşı çıkmasını sağladılar. Boyunlarındaki kement hareket ettirilerek, hareketlendirilen zavallılardan medet umdular. 

Dış cephede Mehmetçiğin bileğini bükemeyeceklerini çok iyi bildikleri için, iç cepheye yöneldiler, içerideki mankurtların, piyonların, sömürgeci maşaların, zihinleri işgale uğramışların aldığı rollerle şer çabalara giriştiler. 

Ama artık mızrak çuvala sığmıyor. İçeride, dışarıda saflar netleşiyor. Maskeler düşüyor. İstiklal meşalesi çok daha gür parlıyor… 

Prof. Dr. Yaşar Hacısalihoğlu Diğer Yazıları