Yazarlar

ABD’de iki Başkan değişti ama Suriye’nin kuzeyiyle ilgili niyet değişmedi.  Türkiye diplomatik tüm kanalları ve yöntemleri kullandı ama ABD karanlık planından vazgeçmedi. 

Bir terör örgütünü; silahıyla, aklıyla, stratejisiyle, lojistiğiyle, üniformasıyla donatarak, bir başka terör örgütüyle sözde mücadele ettiği gerekçesini yıllardır tekrarlayarak bugüne geldi.  Suriye’nin kuzeyini, doğu- batı istikametinde bir koridora dönüştürerek, Türkiye’yi kuşatmaya, içeriye kapatmaya dayalı jeopolitik ısrarından istenilen geri adımı atmadı. 

Türkiye’nin kararlı tutumuyla karşılaştıkça meseleyi zamana yayarak, oyalama yolunu seçti ama Türkiye buna da seyirci kalmadı. ABD her defasında yeni bir çabanın içine girdi ve PKK/PYD-YPG terör yapısını birbirinden sanki ayrı şeylermiş gibi davranış sergileyerek, PKK elebaşlarının başına ödül koyarak, bir başka senaryoyu devreye sokmaya çalıştı. Bu yaklaşım ciddiye alınacak bir hamle değildi. Türkiye bu tür oyalama taktiklerinin farkındaydı ve Suriye’nin kuzeyi üzerinden oynanan oyuna karşı zerre taviz verecek durumda değildi. Öyle de oldu. İki askeri harekat ile ABD’nin terör koridorunun batıya doğru ilerleyişini durdurdu. Buna karşın ABD;  Fırat’ın doğusunda PYD/PKK-YPG terör yapısına Suriye Demokratik Güçleri (SDG) kılıfı giydirerek, süreklilik kazandırma çabasına girişti. Bu kapsamda bölge, askeri düzeyde bir terör örgütü her açıdan donatılarak, kalıcı bir ortama dönüştürülmeye çalışıldı. Türkiye’nin sınırında gözlem noktaları açıldı, ABD üslerinin sayısı artırıldı. DEAŞ terör örgütüne karşı mücadele tiyatrosunun kâh açılan, kâh kapanan perdeleriyle bir ucunda PKK/PY-YPG, diğer ucunda DEAŞ’ın yer aldığı terör tahterevallisinin varlığına süreklilik kazandırıldı. 

Tüm bunların sebebi çok açık. ABD burada ikinci İsrail istiyor. Tıpkı İsrail gibi bir garnizon devletçiğini bu bölgeye monte etmek istiyor. Böylece ABD için bölgede; ülkelerin ABD’den bağımsız davranabilme imkanını jeopolitik olarak daraltmış olacak. Doğu Akdeniz enerji mücadelesinde etkinlik kazanan jeopolitik ve jeostratejik açıdan kapsamlı bir garnizon devletçiği olacak. Türk, Kürt, Arap, Fars bölgenin tüm mazlum halklarını birbirine karşı düşmanlaştırarak, kukla bir devletçiği bölgeye monte ederek, kangrenleşen İsrail-Arap çelişkisinin enerjisini kısmen dağıtmış olacak. Ayrıca Nil’den Fırat’a kadar vaat edilmiş topraklar inancına dayalı teolojik saplantılarında kısmen karşılığı alınmış olacak. Diğer yandan İslam coğrafyasında etnik ve mezhepsel ayrışmanın çeşitlenmesi ve giderek daha fazla kalıcılaşması için yeni bir çelişki yumağı üretilmiş olacak. 

Kuklaları vasıtasıyla bölgeye bırakacağı bu amaçları karşılığında ABD; Pasifik dünyasının jeopolitiğiyle, bilhassa Çin’in kuşatılması çabasıyla daha fazla ilgileneceği zaman ve fırsatlarla buluşmuş olacak. Zira bugüne kadar Çin ABD’nin ona yönelik jeopolitik hamlelerini püskürtmekle yetinirken, şimdilerde atağa kalkarak “bir kuşak bir yol” projesiyle 65 ülkeyi içine alacak olan jeopolitik ve jeostratejiye dayalı bir büyük projeyle oyun kurucu role soyunmuş durumda. 

Kim hangi hesabın içinde olursa oldun. Gelinen noktada Türkiye’nin kararlılığı; istiklal yürüyüşünün, direncinin, inancının kararlılığıdır. Fırat’ın doğusunda da öncekilerde olduğu gibi bu kararlılık sürecek ve sonuç alacaktır.  

Prof. Dr. Yaşar Hacısalihoğlu Diğer Yazıları