Yazarlar

Mustafa Kartoğlu

Mustafa Kartoğlu

mustafa.kartoglu@aksam.com.tr

'Bir sabah kalktık, Esad'la düşman olmuşuz'

Başlıktaki ifade CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğluna ait. 

Bunu 2011’de de söylemişti. 

Hafızama güvenmedim, 2010-12 yıllarını yeniden taradım. 

Suriye-Türkiye yakınlaşması 2000’lerin başında başladı, AK Parti iktidarında da ilerledi. 

Özellikle 2007-2010 arasında Başbakan Erdoğan ile Suriye lideri Beşşar Esad’la 10’a yakın karşılıklı ziyaret ve uluslararası toplantılarda buluşma oldu. 

Bütün görüşmelerde -ikili ilişkilerin dışında- 3 önemli konu vardı: 

- Irak’ın istikrarı. 

- İsrail-Filistin, İsrail-Suriye ve Suriye-Lübnan sorunları. 

- Suriye’de vatandaşlık verilmeyen 300 bin Kürt’ün haklarının verilmesi. 

Erdoğan ve Esad’ın son yüz yüze görüşmesi Mayıs 2010’da İstanbul Çırağan Sarayı’nda oldu. 

15 Mart 2011’de Suriye’de halk gösterileri başladı. 

Erdoğan, Esad’a ‘demokratik reformlar’ yapmasını önerdi. 

Esad, reform sözü verdi, ancak diğer yandan gösterilere sert müdahalelere başladı. 

26 Mart 2011’de Erdoğan Esad’ı telefonla arayarak, reform kararlarını övdü; ancak uyarılarını tekrarladı. 

Esad, reform adımları atmak yerine halka baskıyı artırdı. 

7 Nisan 2011’de Esad, Suriye’de Kürtlere yarım asır sonra vatandaşlık hakkı tanıyan kararnameyi imzaladı. 

10 Haziran 2011’de Erdoğan, Suriye’nin coğrafi ve insani yakınlık açısından ‘iç mesele’ gibi olduğuna işaret ederek, Esad’ın istihbarattan sorumlu kardeşi Mahire dikkat çekti ve “Ne yazık ki insani davranmıyorlar. İşi hafife alıyorlar” dedi. 

O günlerde Suriye’den Türkiye’ye sığınanların sayısı 3 bine ‘dayanmış’tı! 

14 Haziran 2011’de Erdoğan yeniden Esad’I aradı; yine reformlar için uyardı ve Türkiye’ye yönelik sığınmacı akınına işaret etti. 

15 Haziran 2011’de Erdoğan, Esad’ın temsilcisini kabul etti; 2 saat 45 dakika görüştü. 

Bir şey değişmedi. Aksine, Türkiye’nin Şam Büyükelçiliği’ne saldırı yapıldı. 

22 Kasım 2011’de Erdoğan, Esad’a Hitler, Çavuşesku ve Kaddafi’yi hatırlattı; “Bizim hiçbir ülkenin topraklarında gözümüz yok, içişlerine karışmak gibi bir niyetimiz de yok ama akrabamız olan bir halka zulmedilirken, 910 kilometre sınırımız olan Suriye’yi görmezden gelemeyiz” dedi. 

26 Haziran 2012’de Erdoğan, “Günlerce telefon diplomasisi yaptık, özel temsilciler gönderdik. Ama değişen bir şey olmadı. Oğul Esed’in babasının izinden gitmeye ısrar ettiğini anladık. Türkiye; yerini, yöntemini, zamanını kendisi belirleyerek, uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını, sonuna kadar kullanacaktır” dedi. 

5 Ağustos 2012’de ise Erdoğan bu kez Suriye’nin kuzeyi için hazırlanan ‘haritalar’dan söz etti ve uyardı: “Bu hayali haritalara göz yummamız mümkün değil.” 

1 Eylül 2012’de de ‘uçuşa yasak bölge’den söz etti. 

7 Mart 2013’te ise son sözünü söyledi: “Ailece görüştüğüm insanlardı bunlar ama her şey değişti ve biz de kitabımızdan sildik. Halkına zulmedenler dostumuz, arkadaşımız olamaz.” 

Kılıçdaroğlu’na ‘inanmayı’ seçenler olabilir; ‘inanç’ları tartışmam. 

Sözüm ‘doğru’yu arayanlara… 

Soru doğru, muhatabı yanlış 

Erdoğan ‘Uçuşa yasak bölge’ teklifini BM’ye, AB’ye NATO müttefikleri Avrupa ülkelerine yaptı; sonuç alamadı. 

Müttefikler’in yapmadığını Rusya yaptı; Türkiye Fırat’ın batısında Cerablus-El Bab-Afrin bölgesini ‘güvenli hale’ getirdi. Müttefikler, Fırat’ın batısında terör örgütü PKK/YPG’nin ‘terör koridoru’ oluşturmasında ısrar ettiler. 

Erdoğan burada planlanan ‘hayali harita’yı da Barış Pınarı Harekatı ile bozdu. 

ABD, Fırat’ın batısından teröristlerini çekti. 

Rusya, bugüne kadar YPG/PKK’ya sesini çıkarmayan Şam yönetimine aynı yönde adım attırdı. 

Netice; 

Erdoğan, 2012’de söylediği, “Türkiye; yerini, yöntemini, zamanını kendisi belirleyerek, uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını kullanacak. Suriye’nin kuzeyi ile ilgili bazı hayali haritalara göz yummamız mümkün değil” sözünün gereğini 7 yıl sonra ve ‘her şeye, herkese rağmen’ yapmayı başardı. 

“Madem böyle olacaktı, bunca acı neden yaşandı” sorusu haklı ve meşrudur. 

Ancak, bu soruyu doğru muhataba sormak gibi bir ‘ahlaki sorumluluk’ gerektirir. 

Bunca büyük acıların ve kayıpların sorumluluğu, -terör örgütlerinin yanı sıra- güvenli bölgeyi 7 yıldır engelleyen ABD, Avrupa ve ‘işbirlikçileri’dir.

Mustafa Kartoğlu Diğer Yazıları