Yazarlar

Eylül ve ekim ayları sempozyum, fuar, kongre sayılarının dramatik artış gösterdiği, muhatabının salondan salona yoğun bir koşturmaca içinde olduğu bir mevsim. Sahneler kurulup, şehir bilboardlarında etkinlik üstüne etkinlik duyurusu yapılıyor. 

Bu dinamizm elbette çok kıymetli. Çünkü her sektörün söyleyecek sözü, planı projesi var. Özellikle son yıllarda Türkiye esaslı bir değişim ve dönüşümden geçiyor. Sermaye el değiştiriyor, yeni yaşam biçimleri ortaya çıkıyor, yeni kavramlar tedavüle giriyor. Genç nüfusuyla yeni bir ülke inşa ediliyor. Bir Kuzey Avrupa ataleti, bir ada ülke rehaveti yok. Buraya kadar her şey çok güzel. 

Fakat büyük emeklerin, yoğun mesailerin, devasa bütçelerin harcandığı kimi organizasyonların içerik kalitesine baktığınızda zarf ile mazruf arasında bir orantı göremiyorsunuz. Gösterişli davetiyeler, yoğun protokoler katılımlar, şaşaalı sahneler, akabinde bol sosyal medya selfieleri ama karşılığında birbirinin tekrarı tebliğler, derinliksiz metinler, klişe söylemler… Sıradan bir izleyici için dahi harcanan emeğe değmeyecek organizasyonlar. Oysa zarfa değer veren şey mazruf, yani zarfın içindekidir. Zarf kıymetini mazruftan alır. 

Bu sürecin neredeyse tek bir kazananı var. Organizasyon şirketleri, sahne tasarımcıları ve ajanslar... PR şirketleri, bu hizmetler karşılığında yüksek meblağlardan oluşan faturalar çıkarıyorlar. 

Hem özel sektörde, hem de kamuda bu işlere ayrılan bütçe ne yazık ki, çoğunlukla etkinliğin içeriğine tahsis edilmiyor. Konuya uygun doğru ismin tespiti dahi kimi zaman yapılamıyor. Sözkonusu mevzuda mikro çalışmalar yapan konunun ehli araştırmacılar, akademisyenler olduğu halde, medyatik ya da çeşitli siyasi kimlikleri nedeniyle daha çok tanınan, popüler isimler katılımcı olarak tercih ediliyor. 

Sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, sözüm ona devlet politikalarını etkilemeyi hedefleyen toplantılar düzenliyorlar. Fakat bu toplantılar kimi zaman bir ajanda kalabalıklığının önüne geçmiyor. Yeni fikirler, sorunlara çözüm üretecek farklı yaklaşımlar geliştirilemiyor. Organizasyondan organizasyona koşturan konuşmacılar hazırlıksız, birbirinin tekrarı içeriklerle adeta sahneleri işgal ediyor. 

Organizatörler açısından toplantıların birincil hedefi, esaslı bir protokoler katılım sağlamak oluyor. Haliyle ona uygun bir sahne! Şayet bu sağlanmışsa toplantı diğer kriterlere bakılmaksızın başarılı addediliyor. 

Sivil toplumdan akademiye, kamudan özel sektöre, bu organizasyonların zarf ve mazruf açısından kritik edilip, esasa yönelik bir karneye tabi tutulması, toplumsal gelişimimiz adına son derece önemli. Elbette bu süreçte sorun sadece etkinlik planlayıcısında değil, dinleyicinin, seyircinin beklentisinde de... Zira bu popüler tercihleri ve gösteriş kaygısını biraz da katılımcıların talepleri belirliyor. Protokolün ayrılmasıyla boşalan salonlar, haliyle nitelikli panelistleri de bu buluşma alanlarında varlık gösterme konusunda yönlendirici bir etkiye sahip oluyor. 

Sanırım toplum olarak, her alanda biraz mahiyete, içeriğe, esasa odaklanmamız, genel, klişe konulara değil, derinlikli, yenilikçi işlere önem vermemiz gerekiyor. Bazan az ama öz işler çok daha büyük etki yaratabiliyor. 

 Ve elbette marifet iltifata tabi olursa, marifet kelimesinin akrabalarına, bilgiye, irfana ve hünere de hayatımızda daha fazla yer açılabilir.

H. Hümeyra Şahin Diğer Yazıları